Siz hiç bir Venedik Biennal’ini gördünüz mü? Katıldınız mı demiyorum çünkü yıllardır Türkiye adına büyük masraflar yapılarak – komite, küratör- ve plasticien(görsel sanatçı); İstanbul Kültür Vakfının çekim alanında kim varsa; monden kokteyler yapılarak bu karizmatik Bienal’e ülkemiz adına gönderilir! Gerçeği söylemek acı: Bu güçlü lobi, şimdiye dek yaptıklarının bir özentiden öte, diğer ülkelerle kıyaslandığında katiyen önemsenmediği ve kimsenin gezmediği mekânlara itilmiş ve de haklı olarak gözden silinmiş olduğunu görmezlikten geliyor ve de ısrarla, biz de varız, Contemporary oynuyoruz!.. Ama ne yazık aynaya bakıp suratını görmemek ve de ne komik , özenti olduğunun farkında olmamak!
Amaç ne, bir can sıkıntısı dağıtmak mı, bir takım snop’ların “küresel sancılara” nasıl baktığını mı göstermek, Contemporary’nin milyarderlerinin bir vitrini mi – bu yalnız Venedik için geçerli, unutmayalım François Pinault’un kolleksiyonu “La Punta Della Dogana” bu kez Amerikan Bruce Nauman’ı sergiliyor! -Bienal’in içerik adı da yine Venedik’teki Peggy Guggenheim koleksiyonundaki İngiliz Leonora Carrington’nun aynı ismi taşıyan tuvalinden alınmış: THE MILK OF DREAMS
Evet bir zamanlar; belki pentürü, heykeli, mimariyi, geleneksel bir yansımaya özgü gerektiği gibi yarattığımız yıllar, sanatın anlamını içeren, küresel bir bienalin var olduğunu gördük ve yaşadık; bu geçmişte yaşandığında yine modern kaygılar taşısa bile sanatın gerçek değerlerinin sergilendiği bir ” biyosfer” di. Yani bu komplekse özgü “ne-mene” enayiliklere ve bir panayıra özgü şamatanın yapıldığı fuara sapmadan önceki yıllar! Contemporary sapması geleneksel değerlerimizi, duygu alanlarımızı silip süpürürken, milyarderlerin yönettiği sanat pazarı yine bu kez bir “Perşembe Pazarı” görünümünde, belki de daha beter!
2019 VENEDİK BİENNALİ: İNCİ EVİNER/ Bu bienalin bence en komik katılımları arasında birinci.
Venedik Bienali 58. Uluslararası Sanat Sergisi 11 Mayıs’ta kapılarını açıyor. Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nda ise İnci Eviner’in “Biz, Başka Yerde” adlı eseri yer alıyor. Sergi Venedik Bienali’nin ana mekânlarından Arsenale’de ziyarete açılıyor.
Eviner, “İnsanların dünya ile ilişkisinin doğallığını ve jestlerin basitliği kaybetmesi ve günlük insani ihtiyaçların siyasallaşması hâlâ büyük kitlesel yer değiştirmelerin yaşandığı günümüzde aciliyetini koruyor. “
2011 VENEDİK BİENALİ
Geçmiş bir Bienal, 2011 yılı, İtalya’da dolaşırken bu habere gözüm ilişti: “1 Haziran’da başlayacak Venedik Bienali’nin uluslararası sergisine Yüksel Arslan 50 eseriyle katılacak”. Türkiye pavyonunda da Ali Kazma’nın Rezistans başlıklı video serisi sergilenecek.” Merak bu ya, daha o yıllar kabuk değiştiren bu Bienal’de Yüksel Arslan’ın ufak boyut resimlerine kim bakar; kafamdan bu geçti ama gittim gördüm! Bir saat aradıktan sonra unutulmuş barakamsı bir yerde, ışıklandırılması çok kötü, daha da beter asılmış; yaklaştığınızda cam altı olduğu için katiyen görmek olanaksız Yüksel Arslan sergisi! Ben görmeye çalışırken biri bana Türk olup olmadığımı sordu, niçin diye ben de ona sordum: “Ben burayı bekliyorum, siz sergiyi gezen 9. kişisiniz ve de hepsi Türk’tü!
Bu görsel Yüksel Arslan’ın Venedik sergisinden değil , mekân çok daha anlamsız ve de karanlıktı ve de fotoğraf çekmek yasaktı.
2022 VENEDİK – THE MILK OF DREAMS
İşte size konuya derinlemesine girmeden nereye ayağınızı basıyorsunuz bilesiniz. 2022 bildirisi: “Bu yıl sanatçı listesindeki 180 sanatçının ilk kez deneyimleyeceği etkinlikte, 80’i daha önce hiç sergilenmemiş 1433 sanat eseri gösterilecek. Bugüne kadar düzenlenen bienaller içerisinde en çeşitli sanatçı topluluğuna ev sahipliği yapacak olan etkinlikte 58 ülkeden sanatçının işleri yer alacak. Etkinlikte ilk kez temsil edilecek 5 ülkenin – Kamerun, Namibya, Umman, Nepal, Uganda – yanı sıra, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan ise ilk kez uluslararası pavyonlara ev sahipliği yapacak.” Bu “meşher” içinde bir nokta bile olamayacağınızın da demek farkında değilsiniz!
Anish Kapoor’un Accademia’daki balmumu projeksiyonları ve büyük tuvalleri kan kadar kırmızı. Malevich’e göz kırpan diğer küçük resimler için koyu siyah ve siyah bir arka plan! Kullanılan vantablack bir gizem ve boyalı nesnelerin yüzeyinde ışık yansıması olmaması şaşırtıcı. 1990 yılında Venedik Bienali’nde Büyük Britanya’yı temsil eden Hintli sanatçının tapınağı hâline gelen, şehrin diğer ucundaki Palazzo Manfrin’e gidip görmek gerekir!
Gereken her şeyi söylemiştim Kiefer için, bu devasa çirkinlikleri müzelere, koleksiyonlara koyanlar düşünsün!
Palazzo Ducale’deki yerleştirmede Anselm Kiefer, Venedik’in kuzey ve güney arasındaki benzersiz konumunu ve Doğu ile Batı arasındaki etkileşimini yansıtıyor. Goethe’nin trajik oyunu “Faust”tan esinlenen sanatçı, Venedik’in tarihini eserinde bu bağlamda ifade ediyor. Venedik’in en önemli tarihi mekânı Palazzo Ducale’da mekâna özel bir resim yerleştirmesi sunan sanatçı 59. Venedik Bienali’ne davet edilen sanatçılar arasında yer alıyor.
Arsenale ve Giardini’de sunulacak olan ana sergi üç bölüme ayrılıyor: “Bedenlerin temsilleri ve metamorfozları”, “Bireyler ve teknolojiler arasındaki ilişki” ve “Bedenler ve dünya arasındaki bağlantı”. Her bölümde sürrealist sanatçı Leonora Carrington’ın sergiye adını veren “The Milk of Dreams”ine karşılık gelen eserler yer almakta. Ana sergi bünyesinde müze ve koleksiyonlardan ödünç alınan tarihi eserlerin çağdaş sanat eserleri ile beraber sergileneceği, zaman kapsülü görevi gören 5 bölüm de bulunuyor.
Venedik Bienali’nde bu yıl kadın sanatçıların senesi oluyor. Venedik Bienali 59. Uluslararası Sanat Sergisi’nin ana mekânlarında ilk kez kadın sanatçılar erkek sanatçılardan sayıca daha fazla. Bienalin ana mekânları olan Giardini ve Arsenale’de eserleri sergilenen sanatçıların yaklaşık yüzde 90’ı kadın.
Tarihsel olarak bakıldığında bu oran geçmişte yüzde 10 civarlarındaydı. Son birkaç yılda ise yüzde 30’lara yükseldi. Ancak bu yılki edisyonun İtalyan küratörü Cecilia Alemani, bienal için seçilen sanatçıların büyük kısmının kadın, non-binary ve trans bireyler arasından seçilmesine dikkat etti. Bienale katılan 213 sanatçıdan sadece 21’i erkek.
80 ulusal katılımcının bulunduğu Bienal’de Türkiye Pavyonu için yapıt üretecek sanatçı 2020 yılında Füsun Onur olarak belirlenmişti. Küratörlüğünü İstanbul Bienali’nin ve İKSV’nin güncel sanat projelerinin direktörü Bige Örer’in üstlendiği sergi, İKSV’nin girişimi ve 21 destekçinin katkılarıyla, Arsenale’de 2014-2034 dönemi için tahsis edilen uzun süreli mekânda yer alacak.
Resim, heykel ve yerleştirme sanatı üzerine eserler üreten Füsun Onur, kavramsal sanatın temel yönelimlerini kendi bakış açısıyla şekillendiren bir sanatçı olarak bilinmekte. Eserleri bugüne kadar Kassel Documenta, Moskova Bienali, İstanbul Bienali gibi uluslararası etkinliklerde yer aldı ve Türkiye sanat tarihinde önemli bir yere sahip.
Füsun Onur’un pandemi döneminde, iki yıl boyunca evinden hiç çıkmadan hazırladığı eserinin ana karakterleri fareler ve kediler… Onur, Türkiye Pavyonu için metal telleri bükerek ve şekillendirerek farklı karakterler ve bu karakterlerin hayatlarından çeşitli kesitler sunan sahneler yarattı. Sergi mekânına yayılan bulutlar üzerinde tasvir edilen her bir sahne, bir araya gelerek bütünsel bir anlatı oluşturdu.
Bu masalsı dünyada, okul çıkışında öğrenciler tarafından dağıtılan gazetelerden insanın yol açtığı pandemiyi öğrenen fareler, bunun üstesinden gelmek için neler yapabileceklerini tartışmaya başlarlar ve tüm dünyayı tehdit eden bu krize karşı mücadele etmek için kedilerle işbirliği yaparak güçlerini birleştirmeye karar verirler. Kediler ve fareler birlikte çalışmaya başladıklarında, farelerden biri Venedik’e doğru bir yolculuğa çıkar, orada karşılaştığı bir festivalde sessiz müziğin büyüsüne kapılıp âşık olur. Farenin sevgisinin dönüştürücü ve baş döndürücü gücü kaynağını bir başka fareden değil; sanat, yaşam ve içinde yaşadığı şehirden alır.
İYİLİK YAPAN İYİLİK BULUR
Çağdaş sanatın Türkiye’deki öncülerinden Füsun Onur ile ablası İlhan Onur, doğup büyüdükleri ve hâlen yaşadıkları Kuzguncuk’taki Hayri Onur Yalısı’nı Vehbi Koç Vakfı’na bağışladıklarını açıkladı. Füsun Onur’un tüm sanatsal üretimine tanıklık eden yalının ileride müze-ev olarak ziyarete açılması ve içeriğinin Arter’in oluşturacağı misafir sanatçı programlarına ev sahipliği yapması amaçlanıyor.
Füsun Onur: “Nereye gidersem gideyim İstanbul’u yanımda götürüyorum.”
Füsun Onur, İstanbul’dan Venedik’e gönderdiği mesajında şöyle söyledi: “Nereye gidersem gideyim, İstanbul’u da yanımda götürüyorum. Evvel zaman içinde… Pandemi döneminde İstanbul’da başlayıp Venedik’te biten bir modern zaman masalı. İnsanların yok ettiği ekosistemi kurtarmak için bir kediyle güçlerini birleştiren çok akıllı bir farenin hikâyesini anlatıyorum. Dayanışmanın, sevginin ve bir arada kalabilmenin hikâyesi. Peri masallarında olduğu gibi bu hikâyenin de tam olarak nasıl bittiğini bilmiyoruz… şimdilik.”
“Evvel zaman içinde…”
Farkına vardım ki Füsun Onur’un farkında değilmişiz!
“Füsun Onur’un şimdiye kadarki en kapsamlı monografisi yayımlandı
“Sergiyle eş zamanlı olarak hazırlanan ve Füsun Onur’un tüm sanat üretimini kronolojik bir yaklaşımla ele alan monografi, İKSV ve Mousse Publishing ortaklığında İngilizce olarak yayımlandı.
Pek çok küratör, sanat tarihçisi ve sanatçının Füsun Onur’un eserlerine dair yazılarının yer aldığı yayının tasarımını Marcello Jacopo Biffi, editörlüğünü de Bige Örer ile Nilüfer Şaşmazer yaptı. Yayında Ahu Antmen, Alev Ersan, Anna Boghiguian, Anne Barlow, Aslı Seven, Ayşe Erek, Chus Martínez, Defne Ayas, Deniz Gül, Fatih Özgüven, Gregory Volk, Hera Büyüktaşcıyan, HG Masters, Iwona Blazwick, İz Öztat, Kevser Güler, Leylâ Gediz, Misal Adnan Yıldız, Murat Alat, Necmi Sönmez, Paolo Colombo, Sally Tallant, Seza Paker ve Tolga Tüzün’ün yeni yazıları yer aldı.”
Venedik Biennal’i nasıl bir yankı getiriyor tartışılır ama artık turistten bıkmış, şımararak yozlaşan bu kent, dıştan bir saray misali, içten çürüyerek kendini yok edecek, bu küresel aşınmanın gerçekleri. Biz de özenerek İstanbul Bienali’ni hanki akla hizmeten gerçekleştirdik anlamıyorum, önceleri boş gezen Türk küroatür’ler, sonra da emportation dövizle çalışanlar – İstanbul’dan haberi olmayanla çoğunlukta -, genellikle doldurma kurgular, örneğin 7. kıta; plastik! Amaç bir “farkındalık” yaratmak. Birtakım snop discours’lar, ama Arter gibi Kasımpaşa’nın farkına varmadan John Cage müziği, Chantal Akerman sineması vs. başka boyutları düşlemek. Şu da bir gerçek “İstanbul Bienali ” üstüne, yıllardır Fransız basını, medyasında ne bir satır, ne de bir söz duydum – bir kez Gazette Drouot’da görmüştüm, reklam olduğunun farkın vardım sonra – sonuç olarak vazgeçsek bu taklit, benzer oyunlardan hiç fena olmaz!
İşte bu “PLASTİK SANATLARI MANİPÜLE EDEN BİENALLER, CONTEMPORARY FUARLAR” ARTIK DÜŞÜNDÜRMÜYOR; ” ESKİ PANAYIRLARDAKİ: KORKU TÜNELİ, DENİZ KIZI ZALİHA, CANBAZ ALİ, ÇADIR TİYATROSU – Beyoğlu barlarından toplanan kadınlar – vs. EĞLENDİRMİYOR, YORGUN VE BİR GÜN ÇADIRINI TOPLAYIP GİDECEK!