
Üç Ayaklı Kedi Nerede
Bienal mekânları çoğu zaman sanatın görünürlük alanlarıdır: temsil edilen, çerçevelenen ve sergilenendir. Hülya Küpçüoğlu’nun “Bienale Bir Ekleme 3+1: Üç Ayaklı Kedi Nerede?” başlıklı performansı ise bu görünürlüğü ters yüz eder. Sanatçı, üzerinde “Üç Ayaklı Kedi Nerede?” cümlesinin, kedi patisi şeklinde bir görselin ve bir karekodun yer aldığı beyaz bir tişört giyerek 18. İstanbul Bienali alanlarında dolaşır. İzleyici, sanatçının bedeninde taşınan bu iki göstergeden –görsel ve karekoddan– hareketle performansın anlam katmanlarına yönlendirilir. Karekod, izleyiciyi bir metne ulaştırırken; tişörtteki görsel, performansın kavramsal eksenini görünür kılar.
Fakat bu yönlendirme bir “cevaba” değil; aksine bir “soruya” açılır: Üç Ayaklı Kedi Nerede?
Bu basit gibi görünen soru, performansın omurgasını oluşturur. Kedi görünmezdir; yalnızca izi, silueti ve çağrışımı vardır. Bu görünmezlik, eksiklik ve direncin metaforuna dönüşür. Üç ayakla yürüyen bir varlık, normalliğin sınırlarını aşan bir dengeyle hareket eder. Küpçüoğlu’nun performansı da tam olarak bu sınır ihlalinde şekillenir: görünür olanla görünmez olan, eksik olanla tam olan, varlıkla yokluk arasında bir salınım.

Sanatçının beyaz tişörtü, bir tür nötr alan işlevi görür; hem bir taşıyıcı hem bir yüzeydir. Ne bir kostümdür ne de bir dekor. Bu beyazlık, hem görünürlüğü hem silinmeyi taşır. Üzerindeki görsel –kedi patisiyle çevresine yerleştirilen “yokluk”, “eksiklik”, “direnç”, “kusur”, “farklılık” gibi sözcükler– performansın kavramsal haritasını sunar. Karekod ise çağdaş dünyanın dijital göstergesi gibidir; bizi bir metne, bir bilgiye, bir düşünceye yönlendirir. Ancak o metin, bilgi vermekten çok sorular üretir. Böylece performans, bedenden dijital alana, görselden düşünceye uzanan çok katmanlı bir ağ oluşturur.
Sanatçı konuşmaz; konuşmayı izleyiciye bırakır. İzleyici, telefonu aracılığıyla metne ulaşır ama ne metinde ne de mekânda kediyi görebilir. Görünmez olanla yüzleşme, burada estetik bir deneyime dönüşür.
Eksiklik, Kimlik ve Direnç
“Üç ayaklı kedi” metaforu yalnızca fiziksel bir eksikliğe değil, toplumsal, varoluşsal ve ontolojik bir eksikliğe de işaret eder. Kedi, engellilik, farklılık ve toplumun “kusurlu” olarak gördüğü varlıkların bir temsiline dönüşür. “Nerede?” sorusu, yalnızca kedinin yerini değil, toplumun dışladığı tüm ötekilerin konumunu da sorgular.
Küpçüoğlu’nun sorusu, “kusursuzluk” mitine karşı sessiz bir başkaldırıdır. Hepimiz bir yanıyla eksik değil miyiz? Sanatçı bu soruyla, izleyiciyi kendi tamamlanmamışlığının farkına varmaya çağırır. Eksiklik, bir zayıflık değil; bir varoluş biçimidir. “Üç ayaklı kedi” bu anlamda bir simgeye dönüşür — kırılgan ama dirençli bir varlığın izine.
Metin Olarak Mekân, Soru Olarak Sanat
Performansın en çarpıcı yönü, sanat nesnesini fiziksel olarak ortadan kaldırmasıdır. Ne bir heykel, ne bir tablo, ne de bir ekran… Yalnızca bir beden, bir tişört, bir görsel ve bir karekod. Bu jest, sanatın günümüzdeki mecrasını yeniden tanımlar: dijital, geçici, dolaşımda olan ve en önemlisi sorgulayıcı.
“Üç Ayaklı Kedi Nerede?” sorusu, yanıtı olmayan bir çağrıya dönüşür. İzleyici, cevabı bulamaz; ancak sorunun yankısını taşır. Belki de Küpçüoğlu’nun amacı da tam olarak budur: Bulmak değil, aramak. Çünkü sanat, çoğu zaman bir cevaptan çok bir arayıştır.
18. İstanbul Bienali’nin teması olan “Üç Ayaklı Kedi”nin kavramsal ekseninde de benzer bir arayış vardır: kendini koruma, dayanıklılık ve geleceğe yönelme. Küpçüoğlu’nun performansı bu bağlamda bienalin ritmine eşlik eder; onun sessiz, dolaşan, düşünsel ayağına dönüşür. Sanatçı, bienalin mekânsal ve kavramsal yapısına kendi sorusunu ekleyerek, “bienale bir ekleme” yapar.
Arayışın İzinde
Hülya Küpçüoğlu’nun performansı, bienalin parıltılı yüzeyinde hissedilen sessiz bir dip akıntısı gibidir. Sanatçı, gösteriyi değil, düşünmeyi önceler. “Üç Ayaklı Kedi Nerede?” sorusu, hem etik hem estetik bir çağrıdır — görünmeyeni görmek, eksik olanı fark etmek, tamamlanmamış olmanın güzelliğini kabul etmek.
Belki de üç ayaklı kedi, gerçekten hiçbir zaman bulunmayacaktır. Ama Küpçüoğlu’nun performansı sayesinde artık onu aramayı, onun izini sürmeyi öğrenmişizdir. Kedi, belki de tam da burada — bu sorunun içinde, belleğimizin bir köşesinde — sessizce yaşamaktadır.
