Devabil Kara ”Bekleyiş”, 2018, tuval üzerine akrilik, 2018 2 2 (4)
“Akıl ile duygu, hayal ve gerçek arasında, birbirinden ayrık ama birbirine bağlandığı o ara durumun peşindeyim”
Çağdaş sanatın önemli isimlerinden Devabil Kara, Ankara Siyah Beyaz Sanat Galerisi’nde ‘’O Ne?, O Kim?’’ adlı yeni sergisini açtı. Sergi sanatçının, 2018 ve sonrası yaptığı işlerden oluşuyor. Sergideki resimlerde, yüzeyde belli belirsiz görülen “şeyler”, izleyiciyi soru sormaya ve kendi yanıtlarını bulmaya yönlendiriyor. Felsefenin bilmek ve anlam arasında kurduğu ontolojik ilişkiye sanatsal bir yaklaşımın ifadesi olarak da değerlendirilebilecek olan sergi, 21 Mayıs tarihine kadar izlenebilir.
Devabil Kara,” Kırmızı Bellek”, Tuval Üzerine Akrilik, 160×140 cm, 2015
Hülya KÜPÇÜOĞLU: Felsefe bilimi sorular sorar ve yanıtlar arar. Sizin de serginizin adı bir soru cümlesi, “O ne? O kim?”. Sorular sorarak izleyiciye sorgulatmaya çalıştığınız şey nedir?
Devabil KARA: İnsan ancak çevresini, kendini; bir başka deyişle yaşamı anlamlandırabildiğinde yaşama cesaretini bulur. Nesnel varlığımız ve yaşamsal gereksinimlerimiz bizi “anlamı” önce nesnel olanda aramaya zorunlu kılar. “O ne?”, “O kim?” soruları varlığın gerçeğini kavrama ve bu kavramlardan da “anlama” ulaşmak isteyen insan için bir ömür boyu tekrar tekrar çevresine ve kendine sorduğu sorulardır. Bu soruları ister kişisel, sübjektif bir algı ile ister bilimsel, genel geçer sonuçlara varmak için sorsun sonuçta ulaşmak istenilen karara varma arzusudur.
“O ne?”, “O kim?” sorularını, ister istemez insanı sormak zorunda bırakan izler, gölgeler ve sis gibi fiziksel fenomenlere odaklanarak izleyiciyi yaşamın belirsizlik ve gizemlerini farklı bir duyarlılıkla sorgulamaya davet ediyorum.
“O ne? O kim?” sergisinde izleyiciyi, alışık olduğu kanıksadığı görsel dünyanın kolayca fark edilmeyen alanlarına odaklanarak farklı düşünme ve sezgi biçimlerini deneyimlediği, aslında yaşamın içinde var olan duyarlılıklarını anımsatmayı amaçlıyorum. Resimlerin yüzeyinde belli belirsiz varlık bulan şeyler, izleyiciyi soru sormaya ve kendi yanıtlarını bulmaya, böylece sanatsal sürece aktif olarak katılmaya zorunlu kılacaktır. Sergi felsefenin bilmek ve anlam arasında kurduğu ontolojik ilişkiye sanatsal bir yaklaşımın ifadesi olarak da değerlendirilebilir.
H.K: Sergide hangi serilerinizden resimleriniz bir araya geliyor?
D.K: Gölge-Bellek, Sis gibi 2018 ve sonrası serisi çalışmaların bir kısmını içeriyor.
Devabil Kara,”İzdüşüm.”, 160×140 cm, tuval üzeri akrilik+doğal (1)
H.K: Sergideki resimlerinizde “izler”, “gölgeler” ve “sis” gibi fiziksel fenomenlere odaklanıyorsunuz. Bu kavramların, belirsiz, gizemli ve muğlak bir alana işaret ettiğini ve Aynı zamanda varlık- yokluk gibi ikiliklerle, mekan-zaman gibi kavramları da içerdiğini söyleyebilir miyiz?
D.K: Tanımsız, silikleşmiş, belirsiz olan şeyler karşısında düşünce alanının ve düş alanının olağandan daha farklı ve daha aktif çalıştırılması gerekir. Artık orada olmayan bir nesnenin bıraktığı iz, başka bir nesnenin üzerine düşerek deforme olmuş bir gölge ya da sis ve dumanlı hava gibi görme duyusunu yetersiz bırakan durumlarla başa çıkabilmek için zihin yaratıcı yöntemler üretmek zorunda kalır.
Bir varlığın şu andaki yokluğunun varoluşu olarak “iz” bir belirsizliği imler. Bu, imge yokluk ve varlık kavramlarını birbirine bağlayarak zaman ve mekân algısını aynı anda harekete geçirerek farklı bir sezgisel kavramayı da gerekli kılar. Kişisel ve toplumsal belleği harekete geçiren bir sanat nesnesi gibi, her karşılaşıldığında izleyicinin zihninde tekrar tekrar yaratılır.
Devabil Kara,”düşme ekseni”, 98×80 cm, tuval üzerine (1)
H.K: Sis, yumuşak bir etki sunar ve Nesnelerin sınırlarını yumuşatır, bir kısmını gizler ve yeni anlamlandırmalar yaparız. Siz, sise ne gibi anlamlar yüklüyorsunuz?
D.K: Albert Bayet’in, “Fazla apaçık fikirler çoğunlukla ölü fikirlerdir.” (Bayet, 2009, s.49) söyleminde olduğu gibi; ihtişamlı ışık altında varlığını net ortaya koyan şeyler yaratıcılığı sınırlar. Görünenin büyüsüyle yetinilir. Oysa sis, zihni ve duyguları, yeniden aktif konuma gelmesi için kışkırtır. Böylece görünüşler dünyasının ötesine geçilerek, kişisel yaratıcılıkla yeni bir dünyanın kapıları aralanır.
Sisin varlığı ile ışık büyük bir oranda kayba uğrarken, atmosferde farklı bir dağılım göstererek insan algısında büyük bir değişim yaratır. Psikolojik ve zihinsel kavrayışa farklı bir kapı aralar. Alışık olunan dünyayı gizemli kılan sis ile algı ve düşünce sınırları zorlanır. Form ve biçimler yumuşar. Tamamen ortadan kalkmaz, ancak alışık olunan anlam kaybolur, anlamsızlaşır. İnsan sisin içinde kaldığında duyumlarının uğradığı değişim, sise sembolik anlamlar yüklenmesine neden olur. Eş zamanlı olarak sis, biçimsizliğin ve maddeselliğin anlamlarını ortaya çıkarır. Sadece maddenin varlığını değil, hareketi ve çoklu değişken ses deneyimlerini de etkiler. Sis çevreye hâkim olduğunda çok sayıda duygusal karşılaşma yaşanır. Anında algılanabilen şeyler kavranamaz ve anlaşılmaz olur. Çünkü sis, duygusal deneyimleri değiştirdiği gibi, güçlendirir, indirger ve keskinleştirir. Bir tür kopma hissi yaratır. Havaya fiziksel bir mevcudiyet kazandırır. Uzaklık algısına meydan okur ve çevreyi oluşturan mekânı maddi anlamda değişime uğratır. Nesnelerin sınırları yumuşayarak hepsi birbiriyle ilintili bir beden gibi arka plana dönüşür. Bir anda üç boyutlu dünya, ara dünyaya dönüşerek derinliği yitirmeye başladığında, varlık dünyası bir bütün olarak görünür. Tanıdık zaman ve yer hissi yitime uğrar. Zaman ve mekân algıda yeniden şekillenir. Gerçek ve gerçek olmayan, özgün ve özgün olmayan arasındaki ayrım bulanıklaşır. Diğer yandan, kalın ve ağır varlığı insana dünyayla etkileşim kurmanın yeni yollarını gösterir. Sisin varlığının oluşturduğu nemli havanın yoğun bir şekilde cilde dokunması, bedene teması çoklu algıyı oluşturan farklı duyumlardan biridir. İnsan sadece görmede zorlanmaz, nemle dolmuş olan giysilerinde de sisi hisseder. Hava farklı kokar ve ses tuhaf bir şekilde yayılır. Yaratıcılık ancak bilinen kalıpların, sınırların yok edilip tekrar yapılandırılması ile ortaya konulabilir. Sisin anlamı bu bakış açısı ile çok derin ve üstünde düşünülmeye değerdir.
Sis varlığıyla, öncelikle kişinin dışında olduğunu zannettiği görüntünün aslında içinde olduğunu fark ettirir. Buna endişe ve gizem duygusu eşlik eder. Görüntüyü çözümleme sürecine girmek, gizem olgusunu da kendiliğinden bilince taşır. Bilinmeyen, tanımlanamayan her şeyde olduğu gibi, sis; merak, korku ve endişeyi tetikler. Böylece metabolizma da değişime uğrar: Farklı hormonlar, farklı beyin aktivitesi, farklı duyumsamalar ile kanıksanmış varlık algısından uzaklaşılarak farklı bir boyuta adım atmış olunur. Sisin ağırlığının altında biçimsizliğin içinde kaybolan insan, alışık olmadığı bir dünya ile yüz yüze kalır. Bilincin yetersiz, bilinenin herhangi bir sistematiğe ve düzene uymadığı bir belirsizlik durumudur bu. Bütün bunlar kişinin çevresindeki varlık dünyasına sanki bir sanatçı eli değmişçesine görüntüyü resimsel bir boyuta çeker.
Devabil Kara, Kaçış’, Tuv. Üzerine Akrilk+Selüloz, 160×140 cm,2015
H.K: Sanat tarihinde, farklı dönemlerde sis birçok ressam tarafından yapılmış. Günümüzde insanlar fizyolojik yada psikolojik “beyin sisi” denilen bir sorundan bahsediyor. Düşüncelerdeki sis karşımıza çıkıyor bu kez. Resimlerinizde bu anlamda bağlantılar da var mı?
D.K: Günümüz insanı yaşadığı görsel bombardıman altında, medya araçlarında gerçekmiş gibi sunulan görüntülerin, bilgilerin karmaşasında düşünsel anlamda âdeta bir sisin içine düşmüş gibidir. Modern çağın insanının görüntü ile yaşadığı karmaşaya benzerini bugünün insanı zihinsel olarak yaşamakta. Bilinç ister dışarıdan alınan bir madde ister fiziksel ya da psikolojik bir rahatsızlık sonucunda karmaşaya düştüğünde, bir sis altında kalmış gibidir. Bu sefer birbirinden ayırmakta zorlanılan, sınırlarının kaybolduğu şeyler nesneler değil, düşüncelerin kendisidir. Bu durumda da zihin, düşünce dünyasının farklı bir basamağına geçiş yapar. Orada da düşünce vardır, algı vardır, duyumsama vardır; ancak genelde alışık olunanın tamamen dışında bir var oluş sergiler. Bir psikolojik rahatsızlık olarak “beyin sisi” sorunu çağımızda her gün daha fazla telaffuz edilmektedir.
Devabil Kara, ‘İlişkilendirilmiş son’, Tuv.Üzerine Akrilik, 110×90 cm2015pg
H.K: Resimlerinizde gerçek ile hayal arasında varlık bulan bir ara duruma işaret ediyorsunuz. Nedir bu ara durum, açabilir misiniz?
D.K: Sanat yolculuğumda ‘’İzler ve Gölgeler’’, serisi ile başlayan sanat pratiğimde ‘’Dilin Söyleyemedikleri, ‘’Yolculuk,İz, Bellek’’, Gölge Bellek’’, Sis’’ sergilerimim dayandığı kavramların sentezi durumundadır. Ara-Durum Sentezi tüm bu kavramların ortak paydasıdır. İz de var olanın yokluğunun varlığı, gölgede varlığın orada, o an bulunuşunun kanıtı ama adeta onda soyulmuş yabancılaşmış bir oluş, siste ise tanınır olanın orada olmasına rağmen tanımsız hale dönüşmesi. Her birinde bir ikilem ve karşıtlığı ayıran değil birleştiren bir ara durum söz konusu. Ben bu insan gerçeğinin akıl ile duygu, hayal ve gerçek arasında birbirinden ayrık ama birbirine bağlandığı o ara durumun peşindeyim.
Devabil Kara, ‘Diyalog,’ Tuval Üzerine Selükoz+ Akrlik+ Doğal Piğment, 200×170 cm, 2106
H.K: Siz, “doku”yu kullanan bir sanatçısınız. Bu sergide bazı resimlerde “çizgi” ögesine referansla veya farklı malzemelerin üst üste gelmesinden dolayı dokular oluşturulduğu görülüyor. Resimlerinizdeki “doku”sal etkilerden bahseder misiniz?
D.K: Hayal gücümüz imgelenimimizde sonsuz olanaklar devreye sokar. Ben resim izleyicisine imgelenimde şiirsel bir izlek kurgulamaya çalışıyorum. Bunu da resim yüzeyinde doku kullanarak yapıyorum. Doğada karşılaştığımız her doku zamana ait bir hikayeyi, geçmişi anlatır. Doğa görüntülerinde bizi ona bakmaya çeken bu çok katmanlı, şiirsel oluşudur. Doku yaşama dair, öze dair, zamana dair, duygulanıma dair pek çok öğeyi içerisinde taşır.
H.K: Resimlerinizde dolu alanlar kadar boş alanları da ön plana çıkardığınız görülüyor. Boşluğu da görünür kılmak istediğinizi söyleyebilir miyiz?
D.K: İnsan algısını günlük sıradan nesne ve uzam algısından farklı düzeye taşıyan izler, gölgeler ve sis metaforlarını resimlerimde çok katmanlı yapılar kurgulayarak imgenin sınırlarını aşmak, görünen ve görünmeyen, adı koyulan ve koyulamayan sezgisel bilginin gizemlerini yakalamak için kullanıyorum. Aradığım şey minimal bir etki ya da hiçlik duygusu yaratmak değil, gerçek ile hayal arasında sıkışmış yaşamın akışı içinde görmezden gelinen derinlikli ara duruma dikkat çekmek. Resimlerimde şeylerin bilgisi yüzey üzerinde belli belirsiz okunur. Monokrom resim, sise benzer nitelikte tek rengin çağrıştırdığı sonsuzluk etkisiyle izleyende yüce (sublime) duygusunun doğmasına neden olur. Renk artık resim yapmak için var olmaz; boşluğu görünür kılmak için vardır. Zamanın ötesini işaret eder. Bu nedenle resimlerime izleyicinin daha dikkatli bakmasını öneriyorum. Eğer dikkat edilirse izleyicinin kendine ait bir şeyler bulacağına inanıyorum. Görülen şey belki de sadece zamandır. Belki de, resmin mahkûm olduğu kelimeler kadar nasırlaşmış bakışın yerine, dokunma duyusunu harekete geçirerek beden ile görmeyi öneriyorum.