Hülya Küpçüoğlu,Gamze Gökçen’in Eserlerinde Sinestezik Yaklaşımlar

Share Button

Soyut resmin önemli ismi Kandinsky kaleme aldığı notlarda, renkleri klavyeye, gözleri armoniye, ruhu da piyanoya benzetir. Sanatı ise “ruhta titreşimler yaratan el”(1) olarak tanımlar. Bir gün Kandinsky operaya gider, orada, tüm renkleri ruhen gözlerinin önünde gördüğünü ve çizgiler çizildiğini belirtir. Kandinsky, sinestezik bir sanatçıydı. Müzik etkileşimi üzerinden sinestezik deneyimler yaşıyordu tıpkı Gamze Gökçen gibi. Sanat eserinin maneviyatına inanan Kandinsky, 1910 yılında literatüre ilk soyut resim olarak geçen resmini yaparken, 1912 yılında da “Sanatta Ruhsallık Üzerine” adlı kitabını da yayımlar. Sinestezik olduğu söylenen bir başka sanatçı da Van Gogh. “Van Gogh’un 1885 yılında piyano çalmaya başladığı ama çalmakta zorlandığı belirtiliyor. Van Gogh çalma deneyimini ezici buluyor çünkü her notanın farklı bir renk uyandırdığını söylüyor ancak öğretmeni bu ifadeleri bir delilik işareti olarak görüyor.” (2) Bu olayın yanı sıra Theo’ya yazdığı bazı mektuplarda da sinestezik olduğuna dair ifadeler bulunduğu biliniyor. Sinestezik sanatçılar, diğer bireylere göre daha fazla renk görürve renge farklı bir derinlik atfederler. Peki nedir bu sinestezi? Sinestezi, bir duyunun bir başka duyuyu tetiklemesi olarak adlandırılıyor. “Birleşik duyu” da deniliyor. Dünyada pek çok örneği var aslında. Hatta sadece ressamlar değil, müzisyenler, yazarlar ve şairler de sinestezik olabiliyor. Sinesteziyi yaşayan kişiler, bir bireyi görsel veya işitsel bir nesne veya olgu olarak anımsıyorlar. 

Gamze Gökçen de bu çerçevede değerlendirilmesi gereken bir sanatçı. 2020 yılında müzik etkileşimi ile sinestezik bir tavrı olduğunu fark eden Gökçen, tuval resmi ve dijital resimler yapmasının yanı sıra fotoğraf da çekiyor. Geçtiğimiz ay gerçekleştirdiği “Fotoğrafın Sesi” başlıklı sergide sanatçı, kendi sinestezik yolculuğunu ortaya koyuyor. Dışavurumcu bir üslupla çalışan Gökçen, dinlediği müziklerin ritimlerinden yola çıkarak oluşturduğu eserlerinde, renklerin birey üzerindeki etkisine odaklanıyor. Ağırlıklı olarak simetrik kompozisyonlar kurgulayan Gökçen, bazı bilgisayar programlarından da faydalanıyor. Kimi zaman çalışmalarında mekâna dair izler sunan sanatçı genel olarak soyut etkiler bırakıyor.  Renklerin zıtlık veya komşuluk ilişkilerinden faydalanıyor. Kompozisyonlar dairesel veya diyagonal olabiliyor. Çizgi, sanatçının başat elemanlarından biri. Çoğu fotoğrafında çizginin ve renklerin ritmini iç içe geçmiş bir düzende gösterir. Çizgi ve renk titreşir. Bu titreşimin ortasında birden ortaya çıkan bir figür ya da form dikkatimizi çeker. Net ve flu görüntülerin arasına kimi zaman semboller veya simgeler yerleştiren Gökçen’in çalışmalarının ana eksenini renk oluşturuyor. Sanatçının en çok turuncuyu, ardından yeşili kullandığı görülüyor. Turuncu, antik dönemlerden beri bilinen bir renktir. Enerjik, dikkat çekicidir ve sıcak bir renktir. Kültürden kültüre anlamı değişebilir. Örneğin Hint kültüründe kutsallığı çağrıştırırken, Asya’da sağlıklı olmayı sembolize eder. Doğada en çok görülen yeşilin serüveni ise tarih öncesi dönemlere uzanıyor. Yeşil, canlılığı, doğayı ve büyümeyi çağrıştırıyor. Almanya’da yeşil, kötülüklerden korunma aracı olarak karşımıza çıkıyor. Afrika’da ise barınma, bereket gibi anlamlar yükleniyor.

Renkler öncelikle görme duyumuzu etkiler. Her ne kadar renklerin anlamları kültürler arası değişse de, duygu durumları, kişisel bazda renklerin algılanışını değiştirmektedir. Sinestezik bireylerin renkleri daha farklı gördüğünü söylemiştik. Onların kendilerine özgü bir algıları var, sesleri görebilirler, renkleri duyabilirler gibi. Ekspresif tarzda çalışan Gamze Gökçen’in resimleri, bu bağlamda yoğun ve özelleştirilmiş bir anlam içeriyor. İzleyicilere farklı, çoklu duyusal bir resim deneyimi yaşatıyor.  Sinestezik bir bireyin doğasını paylaşıyor. Doğruca ve dolaysızca…

Share Button

Yorumlar kapatıldı.