IŞIL SAVAŞER, MODERNİZMDEN ÇAĞDAŞ SANATA

Share Button

Çağdaş sanat teriminin 20. yüzyılın başlarında kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Sanatın tarihsel bağlamlar ile olan ilişkisi, süreç içerisinde her zaman açık olmayabilmektedir.

1910 yılında İngiltere’de koleksiyonerler, sanat tacirleri, edebiyatçılar “Çağdaş Sanat Cemiyeti” adlı derneği kurmuşlardır. Dernek o tarihlerde üretimleri çok eski olmayan eserleri ulusal koleksiyonlara kazandırmayı hedeflemiştir. 1930’lu yıllarda yeni oluşan ve akademik anlayışa karşı çıkan bu tarz üretimler, İngiliz kolonilerinde de izlenmeye başlanmıştır.

Melbourne’da kurulan Çağdaş Sanat Cemiyeti’nin tüzüğünde “çağdaş sanat ibaresinden çağdaş yaşamı ve düşünceyi ifade eden bütün resim, heykel ve diğer görsel sanatlarda üretilmiş sanatı kastediyoruz “ifadesi kullanılmıştır. (Smith, 2010: 371)

1930’larda Fransa’daki çağdaş sanat kitaplarında ise, çağdaş sanat terimi kökeni Paul Cezanne ve Edouard Manet’e dayandırılan modern sanat için ifade edilmiştir. Aynı dönemde ABD’de de “çağdaş” ile “modern” kelimelerinin aynı anlamı taşıdığı gözlemlenmiştir.

20. yüzyılın ilk yarısında, modern ile çağdaş sanat terimleri birbirleriyle örtüşmektedir. 1940’larda İngiltere’de az da olsa modern sanat eserlerini içeren sergiler gerçekleşmiş, İngiliz sanatçıları Vortisizm akımını oluşturmuşlardır. 1947 yılında Londra’da eleştirmen ve sanat kuramcısı Herbert Read (1893-1968) ve tarihçi ressam Roland Penrose (1900- 1994), New York’taki Modern Sanatlar Enstitüsü’nün benzerini, Çağdaş Sanat Enstitüsü olarak kurmuşlardır. 1946’da İngiltere’de Victoria and Albert Museum’da, Matisse ve Picasso’nun eserlerinin sergilendiği sergi, ilk büyük modern sanat sergisi olarak görülmüştür. New York’ta Modern Sanatlar Müzesi’nin kurulduğu1929 yılına kadar birçok modern sanat sergileri düzenlenmiştir.

Penrose ile Read, kurmuş oldukları enstitüde İngiliz toplumunda “çağdaş sanat” olarak günümüz sanatı anlamında anlaşılabilecek bu terimi kullanmışlardır. “Çağdaş sanat” terimi, geleneksel sanat anlayışından ayrı olarak çizgisini oluşturan ayrı bir sanatsal üretim alanını tanımlamaktadır. İsmini Kopenhag, Brüksel ve Amsterdam kentlerinden alan 1948 yılında kurulan CoBrA grup, Constant Nieuwenhuys (1920-2005), Asger Jorn (1914-1973), Christian Dotremont (1922-1979) gibi sanatçılardan oluşmuştur. Yazı ve imgenin bir arada kullanıldığı renkli resimler üretilmiştir.

1949 yılında ise Brüksel’de açılan “Çağlar Boyunca Nesne” adlı sergide sanatçılar sadece yazılarını ve nesnelerini sergilemişler, farklı bir sanatsal ortam ortaya koymuşlardır.

Yine aynı tarihlerde Amerika’nın Kuzey Carolina eyaletinde “The Black Mountain College” adındaki Güzel Sanatlar Okulu, bu farklı üretimlerin ABD’deki ilk örneklerini veren kurum olmuştur.

Robert Rauschenberg, şair Charles Olson, dansçı Merce Cunningham, müzisyen David Tudor ve John Cage gibi sanatçılar ortaya koydukları sanatsal üretimlerle gelenekselleşmiş olan modern sanat anlayışına tepkilerini oluşturmuşlardır. Estetikten çok kavramın, düşüncenin, tek değerli sanat anlayışı yerine yaşamı algılamaya yönelik bir sanat anlayışının oluşmaya başladığı bu dönemde, çağdaş sanat ile modern sanat terimlerinin de ayrıştığı gözlenmektedir.

Japonya’da 1954 yılında sanatçı Jiro Yoshihara (1905-1972) tarafından, gündelik yaşamdaki malzemeleri kullanarak, sanatsal ifade biçimi olarak üretimler gerçekleştiren Gutai grubu da bu ayrışmada önemli rol oynamıştır.

KoBrA’nın Black Mountain College sanatçılarının aktif olduğu bu dönemde, Jackson Pollock ve Willem De Kooning gibi sanatçıların da önemli roller üstlendiği soyut dışavurumculuk akımı da ABD’de sanat ortamında etkili olmuştur. Bu dönemin önemli sanat eleştirmeni Clement Greenberg, modern sanatı yüceltmiştir.

Dadaizm akımı ya da Marcel Duchamp’in sanat anlayışı, Greenberg tarafından modern sanattan uzaklaşma olarak görülmüştür. Oysaki çağdaş sanat ve modern sanat ayrışması İkinci Dünya Savaşı’ndan önce bu belirtileri göstermiştir.

Arthur Danto, “Sanatın Sonundan Sonra” adlı kitabında çağdaş ve modern kavramlarının saf zamansal algılar olmadığını ve 1970’ li ve 80’li yılların ortalarına dek netlik kazanmadığını ifade etmiştir.  Danto, modern sonrası bu dönemi postmodern yerine, “tarihsel sonrası” olarak isimlendirmiştir. Çağdaş Sanat, eski sanatı bir esinlenme olarak görmekte, ancak özgünlük gibi bir kaygı taşımamaktadır. Modern sanatta ise özgün yaratımlarda bulunma endişesi ve eskiye tepki bulunmaktadır.  Danto, sanat alanındaki modern sonrası dönemi “tarihsel sonrası” olarak ifade etmiş olsa da modern sonrası dönem postmodernizm olarak görülmektedir.

 Postmodern kavramının kullanımı esasen 19. yüzyıla kadar dayanmaktadır. 1960’lı yıllarda Irwing Howe (1920-1993) ve Harry Levin (1912-1994), modernist hareketin yozlaştığını tespit etmişler ve postmodernizm terimini kullanmışlardır.  Ihab Hassan (1925-2015), Leslie Fiedler (1917- 2003) gibi modernizmi eleştiren edebiyatçılar ise postmodernizm terimini olumlu yönde kullanmışlardır. Terimin önce mimari, tiyatro, dans, resim ve müziği kapsadığı ve yaygın olarak 1970’lerde kullanıldığı gözlemlenmiştir.

Postmodernizm terimi 1970’li yılların sonlarına doğru Paris’te Jean François Lyotard (1924-1998) ve Julia Kristeva (1941-), Frankfurt’ta Jürgen Habermas (1929- ) sayesinde Avrupa’da güncellik kazanmaya başlamıştır.

Postmodernizm ile ilgili yazılar yazan düşünürler bu terimin tam olarak modernizmin devamı ya da kopuşu konusunda net olarak bir fikir birliğine varamamışlardır.  Robert Rauschenberg, Jasper John, Jack Kerollac gibi sanatçılar ve yazarlar, 1950’li yılların ortalarından itibaren soyut dışavurumculuğa ve modern edebiyata karşı çıkmışlardır. Bu sanatçılara ve yazarlara Leslie Fiedler, Susan Sontag, Ihab Hassan gibi eleştirmenler de destek vermiştir.  Bu karşı çıkışların hedefi ise, Clement Greenberg‘in sanat teorileri olmuştur.

Modern sanatın önemli eleştirmenlerinden Greenberg’in soyut dışavurumculuk ve geç resimsel soyutlamaya verdiği destekler modern resmi gündemde tutmuştur. Greenberg’e göre, resim tek değerli olmalı ve hiçbir şeye gönderme yapmamalıdır. Bu anlayışa ilk tepkiler, 1950’li yıllarda başlamıştır. Jasper Johns’un 1955 yılında ürettiği Amerikan bayrağı, resmin konusu ile kendisi arasındaki ilişkiyi sorgulamıştır. Johns, aynı zamanda iletişim araçlarında sık sık kullandığı imgeleri de resmin konusunu oluşturmuş, Greenberg’in tek değerlilik anlayışına karşı çıkmıştır. Jasper Johns ve Robert Rauschenberg‘in  gündelik hayattan alınan nesne ve imgeleri resme koymaları, daha sonraki yıllarda Andy Warhol (1928-1987) gibi pop art sanatçılarını etkileyip önlerini açmıştır.

Pop sanatın İngiltere’de başladığı öne sürülmüş olsa da akımın önemli temsilcisi ABD’li Andy Warhol olmuştur. Warhol, New York’taki galeride Brillo marka sabun kutularını, Champhell marka hazır domates çorbası konserve kutularını, Heinz marka ketçap şişelerini sergilemiştir.

Brillo kutuları yerlere ya da pencere kenarlarına rastgele, üst üste veya sıralar halinde dizilmiş şekilde sergilenmiştir. Ancak kutular Warhol’un asistanları tarafından ahşaptan üretilmiş ve üzerlerine ipek baskı oluşturulmuştur.

Artur Danto, bu sergiden etkilenmiş,1964 yılında Journal of Philosophy dergisinde yayımlanan “The Artworld” başlıklı makalesi ile Brillo kutularının sanat olduğunu ifade etmiştir. Danto’ya göre, bu kutular bir galeride sergilenmiş ve sanat ortamı onları birer yapıt olarak kabul etmiştir.

1968 yılında Stockholm’deki Moderna Museet, Warhol’un bir müzede ilk retrospektif sergisini düzenlemiştir. Sergi bütçesinin yeterli olmaması sebebiyle müze Warhol’un Brillo kutularını getirtememiştir. Onun yerine New York’taki Brillo şirketinden 500 adet gerçek  Brillo kutusu satın alınmış, Stockholm’a gönderilmiştir. Sergide izleyiciler bu durumu fark etmemişlerdir. Günümüzde kutular koruyucu pleksi konteyner içerisinde havası alınarak muhafaza edilmiş hâlde bulunmaktadır. Warhol’un Brillo kutuları çağdaş sanat ikonları olarak sergilenmektedir.

Pop sanat uluslararası bir fenomene dönüşmüş, kısa zamanda Japonya, Almanya, Venezuella, Avustralya gibi pek çok farklı ülkede pop sanatçılarının ortaya çıktığı görülmüştür.

Modernizme karşı çıkan düşünürlerin önemli çoğunluğu, modernizmin İkinci Dünya Savaşı sonrasında öncü niteliğini kaybedip kurumsallaştığını öne sürmüşlerdir. Mimari’de ise Walter Gropius’un, Le Corbusier’in modernist mimari düşünceleri, II. Dünya Savaşı’ndan sonra yerini Mies Van Der Rohe’nin ABD’de yapmış olduğu gökdelenlere bırakmış, yeni bir dönem başlamıştır.

Modernizm artık büyük sermayelerin araçlarından biri haline gelmiş ve sisteme karşı çıkış ise modernizmden kopuşu gerektirmiştir.

1950’li ve 1960’lı yıllarda modern sanata karşı çıkış aslında Marcel Duchamp’ın, Gerçeküstücülerin ve Dadacıların da niteliklerini içermektedir. Gerçeküstücülük ve özellikle Dada, sanatsal avangardizm dışında burjuvaziye de başkaldırı teşkil etmiştir. 1960’lı yıllar, toplumda sisteme karşı muhalefetin belirlediği dönemler olup, sanat alanında da pop kültür, happeninglerinde, rock müzik, edebiyat, sokak tiyatroları ile aktifleşmeye başlayan yıllar olmuştur. Avangard hareketler teknolojiye de olumlu bakış sergilemiş, gelişen iletişim teknolojileri çeşitli insan gruplarının toplumsal üretimleri için olanak tanımıştır.

Jean François Lyotard’a göre, (1924-1998) bilginin oluşturulması, kullanımı ve iletilmesi için iletişim teknolojilerinin önemli bir yeri bulunmaktadır.  J. F. Lyotard için dil önem taşımaktadır. “Wittgenstein’ın dil oyunları kavramına sıklıkla başvurur her biri ayrı bilişsel, tarihsel ya da ahlaksal siyasi ölçütü içeren ayrışık dil oyunlarına duyulan inanç, rakip yorumlar arasında seçim yapmanın olanaksız olduğunu ima eder.” (Sarup,2010:180) Postmodern düşüncenin dayanmış olduğu noktalardan biri de yapıbozumculuk olup, metinler hakkında düşünmeye ve okumaya ilişkin bir yöntemdir. Jack Derrida’ya göre (1932-2004), gösterilen ile gösteren arasında tanımlanabilir ve güçlü bir ilişki bulunmamaktadır. Birbirlerinden koparak yeni birleşimler yaratabilmektedirler.Buna göre yazılan metinler kastetmediğimiz anlamlar iletmekte, sözcükler kastettiklerimizi aktarmamaktadır. Bu durumda metin, yaratıcısından koparak bağımsızlaşmaktadır. Metinler bütünüyle heterojendir. İstikrarlı ve tek anlamlı değillerdir. Gösterimlerin içerisindeki anlamların heterojenliği ise yorumu teşvik etmekte, bu üretimlere metinlerin üreticileri ve tüketicileri de katılmaktadır. Kültürel değerlerin demokratik olarak belirlenmesi ve toplumun katılımı kültür üreticisinin esnekliğine de bağlıdır.

Japonya, Arjantin, Çin gibi ülkelerde çağdaş kavramı, çeşitli anlamlarda özellikle uluslararasılaşma (internationalization) kavramı ile birlikte yorumlanıp algılanmaktadır. Avrupa’daki sanat merkezleri ya da New York gibi kentlerde sanat üretimlerinin Arjantin’deki yerel sanat ortamı üzerinde etkiler yarattığı bilinmektedir.

İlk gerçek küresel avangard topluluk olan Fluxus, 1960’larda ortaya çıkmıştır. George Maciunas tarafından kurulan grupta, sanatçıların yanı sıra müzisyenler, edebiyatçılar da yer almıştır. Fluxus etkinlikleri, ‘yüksek sanat’ın herhangi bir formundan ziyade bazen en saçma, en komik ve kaotik muhalif anlamı taşıyan deneysel sanat eylemlerini içermiştir.  Fluxus etkinliklerinin en önemli özelliği, iş birlikleri olmuştur. Bunlara Nam June Paik ve Joseph Beuys arasındaki iş birliği de örnek gösterilebilir.

Joseph Beuys’un performansları birer geçiş seremonisi, birer ayin niteliğindedir. Beuys, bir kır kurduyla bir hafta boyunca kafeste kapalı kalmış, sokakları süpürmüş ve çöpleri vitrinde galeri alanı gibi sergilemiştir. Ölü bir tavşanla sekiz saat geçirmek gibi aksiyonlar, Beuys’un felsefesinin gösterimi ruhani iyileşmeye duyulan gereksinim ve doğaya yönelik  farkındalıklara yapılan vurgular olmuştur. Beuys, ‘toplumsal heykel’ kavramı ile gerçekte insanlara yaşamlarını dönüştürebileceklerini ve iyileşebileceklerini göstermeye çalışmıştır. 1966 yılında New York’ta Jewis Museum’da gerçekleştirilen ‘Temel Yapılar’ (Primary Structures) sergilerinde Carl Andre ve Donald Judd gibi sanatçılar, sanat eseri mefhumunu reddetmişlerdir.

Üretimlerini endüstriyel malzemeler kullanarak basit ve tekrar eden formlarla sergilemişlerdir. Donald Judd, tekil ya da gruplar şeklinde kutu benzeri yapılar üretmiş, Andre ise, sıradan tuğlaları birbirinin aynısı olan metal plakaları ızgara formunda ya da sıralayarak sergilemiştir.

Kavramsal sanat, hazır bir nesnenin sunumu, sergilenmesi, bir eylemin belgelenmesi genellikle bir fotoğraf görseli olmayan dil veya mekâna müdahale olarak şekillenmiştir. Kavramsal sanatın en önemli özelliği, düşüncenin ön plana çıkması, bir kavramın, somut nesneden daha önemli olduğu sanat pratiği formu olmuştur.

1950’li ve 1960’lı yıllar sanatta modernist hegemonyanın postmodern, neo avangard, geç modern olarak etiketlendiği, çeşitli uygulamalarla bir dönüm noktası olduğu dönemler olmuştur. Belirsizliği ve güvensizliği yansıtan bu değişimler ekonomik, toplumsal, politik ve kültürel şartlarda önemli gelişmeleri de beraberinde getirmiştir.

Kitle iletişim araçlarının, tüketim kültürünün gelişmesi ve etkisi çağdaş sanat için önem taşımaktadır. Sanat, ilerlemiş olduğu yolda etkili bir dizi toplumsal, kültürel, ekonomik ve politik bağlamın bir parçası olmuştur.

Kaynakça

  • Sarup, M., Postyapısalcılık ve Postmodernizm Hakkında, (Eleştirel bir Giriş),                   Çev. Abdülbaki Güçlü, Kırk Gece Yayınları, İstanbul, 2010,
  • Erden, O., Modern Sanatın Kısa Tarihi, Hayalperest Yayınları, İstanbul 2016
  • Godfray, T., Çağdaş Sanatın Öyküsü, Çev. Ebru Berrin Alpay, Hayalperest Yayınları, İstanbul, 2023
  • Whitham, G., Pooke, G, Çağdaş Sanatı Anlamak, Çev. Tufan Göbekçin, H Yayınları, İstanbul, 2018
  • Smith,T., ”The State of Art History : Contemporary Art, “The Art Bulletein 92, Aralık 2010, 371
Share Button

Yorumlar kapatıldı.