Sanatçı inisiyatifi olarak kurulmuş olan Kadıköy / Galeri Mod, 07 – 21 ARALIK 2024 tarihleri arasında Fatoş Beykal ve Hülya Küpçüoğlu’nun çalışmalarını konuk ediyor.
Sanatçılar serginin çıkış noktası olarak süreğen bir eylemsizlik halinin gündelik hayat içindeki kuşatılmışlığını delmek için yaratıcı kolektif eylem olarak sergi açma konusunda bir sanatçı tavrı ile fikir birliği oluşturmuşlar.
Sergi alanına girer girmez kurgusal bir oyunun içerisine girdiğinizi anlıyorsunuz; ilk elde akla gelen Dada’nın oyunsallığı, sanatta şiirde çocuksu saçmalamanın yüceltildiği geleneksel bakışın yerle bir edildiği yıkıcı tavır ve Arte Povera / Yoksul Sanatı da anımsayabileceğimiz bir gündelik atık nesneler ve malzeme seçimi, oyunbozan bir biçimde verili anlatıları bozan bir yerleşim düzeni görüyoruz.
Sanatçı Fatoş Beykal işlerini anlatırken sanat tarihinden Dada referansını hatırlatıyor ve oyun kavramını şiirsel, politik ve ironik bir kültürel eylem olarak yetişkinler dünyasına sunduğunu söylüyor. Fatoş Beykal’ın geriye dönük üretimlerinde feminist reflekslerle kadına dair toplumsal kimlik problemlerini ele aldığı erken işlerinde çuha bezi, ahşap gibi kavramsal sanatın ön referansları ile kullandığı fotoğraf, fotokopi vb. çoğaltılabilir malzemelerle oluşturduğu enstalasyonlarında sanatçının daima politik bir düzlemde, kültürel ortama dair yerleşik yargı ve tutumları sorgulayan üretimler gerçekleştirdiğini belirtelim.
Sergide karşımıza çıkan çaput ve bez parçalarından yapılma bez bebekler- yaratıklar Beykal’a göre kahraman olamamış anti kahraman karakterler; masallar ve dinler tarihine uzanan isimleriyle eciş le bücüş, yecüc le mecüc gibi oyunbozanlar. Beykal ın bu şakacı çocuksu ama bir o kadar da politik tavrı, sanatçıya göre ciddi acılar ve yoksunluklara maruz kalmış susturulmuş ve tepkisizleştirilmiş bir toplumun içinde, hayatın katlanılabilir olması için yapılan bir eylem…
Diğer yandan, rengarenk öylesine boyanmış sebze kasaları içinde mevzi almış plastik askerler ise eril dünyanın çocuklukta başlayan toplumsal rollerin kurgulanıp sunulduğu yaptırımcı imgelerini sunuyor. Kasa devletler ve sınırlar, sınırları korumak üzere mevzi almış askerlik oyunu; bu basit gündelik nesnelerle bize sunulan şakacı oyun bir tokat gibi üzeri örtülü gerçekliği göz önüne seriyor.
“Küçük asker ne yapıyor bize gösterir,
Tüfeğine bakar, palaskasını takar
Kasketini giyer kışlasına döner.
Küçük Ayşe ise bebeğine bakar,
Ona ninnisini söyler sever.”
Hülya Küpçüoğlu’nun çalışmalarında ise uzun süredir farklı serilerle devam eden bir doğa kavramı üzerine düşünme belirleyici olmaktadır. Performatif boyama eylemleriyle dönüştürülen buluntu doğadan nesneler veya endüstriyel formlarla oluşturulan asamblaj kurgularla karşılaşırız. Küpçüoğlu, Asılı Düşünceler sergisinde asma eyleminin kendisi için öne çıktığını belirtmekte devamında kesme, yok etme ve koruma eylemlerini sıralayarak yaptığı işlemin bir çeşit iyileştirmeye dönük estetik plastik bir performans olduğunu anlıyoruz. Beyaza boyanmış buluntu kütük parçaları doğaya ait tüm bedenleri temsil etmekte neredeyse. Beyaza boyama kamuflaj ve korumayı temsil etmekte sanatçının plastik dil kurgusunda üzerine yeniden yaprak dokularını andıran dokuları iliştirmesi Doğal başlangıç noktasına dönemeyiş, kadim kültürlerdeki mumyalama ve boyama ritüellerini anımsatmakta neredeyse…
Metal kutular içine yerleştirdiği kuru bitkiler, yumurta, kelebek benzeri doğadan parçaların sunumu, Rönesans dönemi nadire kabinelerini anımsatan bir espriyle ancak nadir bulunan nesneler değil kurudallar, kozalak vb. sıradan doğa parçalarının bile olağan üstülüğünü vurgularcasına oradadırlar ve yüceltilmiş bir çerçöp düzeni ile Beykal’ın şakacı estetiğine paralel bir şiirselliği taşırlar.
Küpçüoğlu’nun ayrıca kutu içine alarak sergilediği kararmış bir muz, boş çerçeve, çağdaş sanatta Duchamp sonrası hazır nesne ilgili tüm söylemlere esprili bir selam göndermektedir.
Beykal ve Küpçüoğlu’nun ortak bildirisindeki birkaç cümle ile bitirelim sözü:
“Düşünceler sürekli akar. İlerlemeyi sağlayacak olan düşüncenin devinimi ve eylemidir. Durağan, sessiz, etkisiz bireyler ve toplumlar yaşadığımız dünyadaki doğa, insan, hayvan, kültür ve hatta dünyanın yok edilişini izlemek zorunda kalırlar. Oluşturduğumuz sergi, pasifize edilmiş olma haline ve insan zihninde tutuklu kalmış düşünce yığınlarına gönderme yapar.”