Nilgün Yüksel, “Faunaya Ağıt” Üzerine

Share Button

Seniha Ünay’ın“Henüz İsimsiz” ve Aytuğ Aykut’un “Sayılacak Kadar Azlar”serilerinden yapıtların bir araya geldiği“Faunaya Ağıt” adlı karma sergi, 13 Ocak – 19 Şubat 2022 tarihleri arasında Simbart Projects Çukurcuma’da yer alıyor.

Sergi alanında karşılıklı söyleşen, birbirlerini ağırbaşlılıkla izleyen eserler, bakışların mırıltılarına eşlik ediyor. Kuşkusuz, bir yüzleşme bu sergi, ama yüksek perdeden konuşmayan, faunanın sessizliğini yansıtan, yaşamı yücelten bir sergi. Zor sorular soruyor, kelimelerin tükendiği yerde duruyor “Faunaya Ağıt”…

Göstermenin algıyı, simgeleştirmenin dili değiştirebileceğini gösteriyor. Boyadan kompozisyona; kompozisyondan sergileme biçimine değin sadeleştirilmiş bir dilin çok şey söyleyebileceğini hatırlatıyor.

Bu sessiz ağıtın fitilini ateşleyen iki sanatçı Seniha Ünay ve Aytuğ Aykut ile bir araya geldik. Ortaklaştıkları bakış açısını, farklılaştıkları gösterme biçimlerini konuştuk.

Sergiyi gezerken iki kelime dönmeye başladı aklımda. Parçalanma, katmanlaşma… Oldukça farklı üslupları olan iki sanatçının yakaladıkları ortak dil aslında bu iki kelime. Bu yüzden tam da buradan başlamak istiyorum…

Seniha Ünay’ın çalışmalarında beden parçaları, gittikçe bakışları yok olan, parçalanan oyuncak hayvanlar yer alıyor. Aytuğ Aykut’un işlerinde ise boya dağılıyor, silikleşiyor haykıran turna figürü bedeninin eksilişiyle çıkıyor karşımıza. Beden bütünlüğüne, yaşama duyduğumuz umursamazlıkla, yaşamın yitişi ve şiddet üzerinden okuyabiliriz tüm bunları. Sizin bakış açınızı, bunu gösterirken ele aldığınız meseleleri merak ediyorum.

Seniha Ünay: Gündelik yaşantımızın içinden insan kaynaklı ve insan odaklı nedenlerle uzaklaşan, kendi yaşam alanlarının dışına itilen hayvanlar, güzel ve sevimli oyuncak temsilleriyle hayatımızda yer ediyorlar. Biraz disneyleştirme nesneleri oluyor bu oyuncak hayvanlar. Sergide yer alan çalışmalarımda insanlar ve hayvanlar arasındaki bu ilişkiyi gözden geçirmeye çalışıyor. Egemen buyurgan özne olarak insan ve neredeyse cansız bir varlık olarak nesneleştirilen hayvanın ilişkisini gösteriyor. Kesik uzuvlar, biraz insanın şiddeti üzerine bir ironi. Burada parçalara ayrılan hayvanlar değil insanlar! İnsanın kendisine parça olarak bakması canlı ve cansız olmayı düşünmek ve hayvanlar üzerindeki şiddetimizle ters bakışla yüzleşmek gibi. Bu kendi konumumuzu, canlılar üzerindeki olumsuz etkimizi sorgulamamıza alan açar mı?

Aytuğ Aykut: Benim bakmak istediğim yer tüm bu olumsuzluklara rağmen, Cicero’nun da söylediği gibi “Yaşamda ne olursa olsun çürümeyen bir taraf var” düsturu. Evet, içinde yaşadığımız ekolojinin hızlı bir yıkımı mevcut ancak hala yapılabilecek ve belki de bu yıkımı geri döndürebilecek pek çok şey de var.

Bu fikirden yola çıkarak ve biraz olsun “nesli tehlikede olan” olan hayvanları resmederek tür olarak sorumluluğumuzu hatırlamak ve hatırlatmak.

Çalışmalar tüm sadeliklerine karşın katmanlaşarak gidiyorlar. Ünay’ın işlerinde üst üste binen formlar, Aykut’un büyük boyutlu çalışmalarında yazıların belli belirsiz belirdiği kağıt parçaları devam eden çağrışımları beraberinde getiriyor. Hem plastik kuruluş hem de yapıtların iletisi açısından biraz daha açabilir miyiz bu katmaları?

S.Ü:İnsanın merkezi konumunu hayvanlarla ilişkisi üzerinden sorgulamak hakkında düşünsel ve biçimsel açıdan ufuk açabilecek çok şey var. Bende çağrışım yapan şeylerden biri John Berger’in “Hayvanlara niçin bakarız” kitabındaki “Bir Fare Hikayesi” oldu. Berger bu hikayede evine giren bir fareyle bir adamın karşılamasını anlatır. Adam, fareyi öldürmek yerine, onu ve diğer fareleri köyün dışında kırlık bir yere götürüp bırakır. Berger, adamla farenin göz göze geldiği anı; bir hayvanla karşılaşmamızda bizim onlara baktığımız gibi onların da bize baktığı; böylece o anda hem farklılıklarımızın hem de benzerliklerimizin farkına vardığımızla açıklar. Hayvanlar insanlara en çok benzeyen canlılar. Bu sebeple kompozisyonlarda hem insanlar hem hayvanlar, bir arada ve insanın şiddetini de vurgulayacak şekilde yerleşmeliydi.  Kompozisyonlar dolayısıyla göz göze gelmeyen, temas eden ama dokunmayan insan ve oyuncak hayvanlardan oluştu.

AA: Bu katmanların altında yatan aslına bakarsanız geridönüşümü kullanarak, mümkün olduğunca az tüketerek kendime bir zemin yaratma ihtiyacı. Bu ihtiyaç temelinde çıkan bu zemin aynı zamanda resimlerimde de önemsediğim kendiliğindenliğe de hizmet ediyor.

Bu soruyu Aytuğ Aykut’a yöneltmek istiyorum. Renk skalanızmonokrama varacak kadar sade. Aralarda küçük kırmızı lekelerve yine kırmızı bir mühürle gerilim yaratmışsınız. Böylesi bir seçime giden süreçten bahsedebilir misiniz? Sizce dilin sadeleşmesi anlamı çoğaltmanın bir yolu mu?

AA: Benim yapmak istediğim şeylerden biri olabildiğince az hareketle, hala estetik bir biçimde mesajımı sunabilmek. Her zaman olmamakla birlikte bu serinin figürleri de uygun olduğu için ve sadeliği sunmanın basit bir yolu olduğu için monokrom renkleri tercih ettim.

Kırmızı mühür kullanma sebebim hala kendi resmimi arıyor olmam. Mühür stilitize bir simurg oluşturmakta. Bu da bana kendimi resmimi ararken yaptığım yolculuğu hatırlatmak adına bir nokta.

Benzer bir soruyu Seniha Ünay’a da yönelteceğim. Siyah beyaz çalışmalardan rengin kendini hissettirdiği eserlere doğru gidiyoruz. Bununla birlikte pastelleşen, kendini geri çeken renkler kullanmışsınız. Bu açıdan bakıldığında çalışmaların bütününde hem bir karşıtlık hem de birbirini tamamlayan bir yapı var. Sinemotografikbir anlatımı da çağrıştırdı bu bana. Sizin çalışmalarınızı böylesi bir geçişle okumamız mümkün mü?

S.Ü: Oyuncak hayvanlar öyle bir yerleşmiş ki zihinlerimize cici, tatlı, sevimli hallerini ne olursa olsun kırmak çok zor aslında. Yani şiddeti oyuncak hayvanlar üzerinden anlatmak benim için bu kırılmayı yakalamaya çalışmakla başladı. Endüstriyel bir nesne olarak piyasaya sürülmelerinin renkliliğini de göstermem gerekiyordu. Bir taraftan da insanın hayvanlar üzerindeki etkisine dair meselemdeki duyguyu pekiştirmem gerekiyordu. Bu rol siyah beyaz lavi çalışmalara düştü. Lavi çalışmalarımdaki kurgu, insanın şefkatten şiddete evrilen ilişkisini hikayeleştiriyor. 

Hem Seniha Ünay’ın hem Aytuğ Aykut’un çalışmaları figürleri saran net boşluklarla tamamlanıyor? Yapıtta ve yaşamda neye tekabül ediyor bu boşluklar?

S.Ü: Sarıyor ne de güzel ifade. Sarıyor çünkü o boşluğun dolu dolu bir anlatısı var bana göre. Bahsi geçen boşluk, “Henüz İsimsiz” serisindeki duvarla bütünleşen, zamansız ve mekansız, devamlı ve ısrarlı bir olayı / olayları çağrıştırıyor diye düşünüyorum.

AA: Konuşma uyaranını gürültüden ayıran en temel akustik özelliklerden biri boşluklar içermesi. Benim resmimde de boşlukların temel amacı bu. Kendi adıma sinematografiden çok resimsel bir dil oluşturma çabasıyla boşluklara yer veriyorum.

“Haykıran Turna” ve “Oyuncak Ayı” sadece birer simge. Bazen tek bir simge çok daha fazlasını anlatır. Sizi özellikle bu figürleri seçmeye yönelten neydi?

S.Ü:Bu simgeler benim için canlı olma halini temsil ediyor. Oyuncakhayvanlar hem hayvanların nasıl göründüklerine dair bir temsil, hem de hayvanların neden hayatımızdan yok olup gittiği, oyuncak olarak hayatımıza iştirak ettiği yani insanın yaşama pratiğine dair bir temsil.  İnsanların cicileştirerek, romantikleştirerek gösterdikleri kötücül bakış açısının temsili biraz da. İnsanın şiddetinin başka bir göstergesi gibi. Tüm bu nedenler doğalında bu seçime götürdü beni.

AA: Turna içinde yaşadığımız coğrafyanın sözel kültürünün önemli bir parçası ve sanat tarihini de bakıldığında estetik olması açısından da sık tercih edilen bir figür. Tercih etmenin sebebi sanırım hem vermek istediğim mesajı sunmak için iyi bir figür olması, istediğim sadeliği canlının kendisinin taşıması hem de estetik bir biçimde resmetmeye uygun olması.

Sergileme biçimine gelmek istiyorum. Seniha Ünay’ın kağıt işleri çerçevesiz, duvara çakılmış. Bu oldukça dikkat çekici. Steril olmayan bir dünyada steril olmaya zorlamamaya ilişkin bir gösterim biçimi olarak düşünebilir miyiz bunu? Diğer yandan her iki sanatçının eserleri de büyük bir yapbozun parçaları gibi yer almış sergide. Tek başlarına olduğu kadar bir araya gelişleriyle de bütünsel bir anlatım sergiliyorlar. Üstelik, girişte de yazdığım gibi sanatçıların oldukça farklı üsluplarına karşın birbirleriyle de iletişim kuruyorlar. Böylesi bir sergileme fikri nasıl gelişti? Seniha Ünay ile Aytuğ Aykut’un eserleri nasıl bir araya geldi?

S.Ü: Bu sergide Aytuğ ve beni bir araya getirme fikri,Simbart Project’in kurucusu Aslı Hatipoğlu’nun fikriydi. İşleri bir arada gördüğümde ne iyi bir öngörüymüş diye düşünmüştüm. Gerçekten de sergiyi bir yapboz olarak görürsek büyük resimde hayvanlara dair bir hassasiyet ortaya çıkıyor. İnsan merkezci bir tavırla bazen yok ettiğimiz, bazen azalttığımız, merkez dışına ittiğimiz, yaşam alanlarından uzaklaştırdığımız hayvanlara dair çalışmalarımızın karşılıklı konuşmaları, duvardan duvara paslaşmaları hem ayrı ayrı okunmalarını hem de bütün olarak ortak bir başlıkta buluşmalarını sağlıyor. Tüm bunlar bazen biçimsel, bazen isimlendirmeyle, yer yer örtük yer yer doğrudan bir anlatıyla görünür oluyor sergide. İnsanın doğrudan görünen ve görünmeyen şiddetinde parçalanıyor, katmanlaşıyor adeta. Cevaba sondan başlamış oldum. Kağıt işlere gelecek olursam, kağıdın kağıt olarak göründüğü, dediğiniz gibi steril olma kaygısı taşımadığı, duvara doğrudan çivilendiği bir düzenleme yaptık. Yine kedi, köpek, ayı, tavşan, panda gibi hayvanların oyuncak portreleri bir arada gösteriliyor. Bu portreler insanın şiddetine dair bazı izler taşıyorlar. Tek başlarına bakıldığında halen ciciler! Bir arada bakıldığında ise ağzı, burnu, gözü vb. eksiklikleri okunmaya başlıyor. 

AA: Sergileme biçimi konusunda, genelde seri olarak çalışıyorum ve serilerin kendi içlerinde de farklı cümleler oluşturabilmesi adına farklı olasılıklar deniyorum. İşlerin tekilliğinde ve bütünlüğünde farklı ölçüler, farklı işler bir araya getirerek bahsettiğiniz gibi bir yapbozun parçası olmaları fikri benim için az önce de belirttiğim gibi hem seriler içinde yeni anlamlara hem de farklı serilerin benim için birbiriyle olan bağını oluşturuyor. Bir araya gelişimiz Aslı hanımın sayesinde oldu.

Serginin içinden ve dışından son bir soru. Fauna parçalandığının farkında mı? Bütün bu anlatılar sizin “Faunaya Ağıt”ınız değil faunanın tüm bir yaşama ağıtı olabilir mi? Ve Son yıllarda sıkça tartıştığımız insan merkezli olmayan bir dünya mümkün mü?

S.Ü: Bilinç ve aklın tüm canlılara özgü olduğunu hatırlarsak hepimiz farkındayız diyebilirim. Bu bizim ağıdımız olmalı. İnsan merkezli olmayan bir dünyayı mümkün kılmak oldukça zor görünse de; bu düşünce ile yaşama bakmamak mümkün. İnsanın merkezi konumunu sorgulamak, düşünmek, bazı şeylere katkı sağlamaya çalışmak önemli bir adım bence. Bu vesileyle benzer kaygılarla ve düşüncelerle içeriği oluşturulmuş olan Doğu Batı Düşünce Dergisi’nin 2017 tarihli 82. sayısının“Faunaya Ağıt: Hayvan” temasından ilhamla sergimizin başlığını oluşturduğumuzu da söylemek isterim.

AA: Bilmiyorum bu sorunun cevabını. Farkında olmak çok insani bir bilme biçimi olabilir ve bunu ekolojik sisteme yüklemek “insan merkezli” bir bakış açısının devamı olabilir. Diğer türler de bizim gibi ekolojinin yıkımından etkileniyorlar belki de çok daha ağır bir biçimde. Ama dediğim gibi böyle bir “duyumsama, algılama, fark etme ve anlama” pratikleri var mıdır, bilmiyorum. Peki, insan merkezli olmayan bir dünya mümkün mü? Şu zamana kadarki tür olarak pratiğimiz bunun mümkün olduğunu pek düşündürmüyor. Umarım biz ve bizden sonraki nesiller türler arası hiyerarşinin üstünde bir dünyayı anlama ve dünyada olma pratiği geliştirebilir. Zaten bu seri de bu umut üzerine yapılanıyor.

Share Button

Yorumlar kapatıldı.