Derviş Ergün, Sanatta Yaratıcılık

Share Button

GİRİŞ

Yaratma kavramı; doğada olmayan, insanın kendiliğinden ve isteyerek iç dünyasında oluşturduğu tasar duygusunun; nesnel bir varlık olarak görünür, hissedilir veya kavranabilir bir şekilde cisimleşmesidir. Sanat eseri; yaratma eyleminin maddi bir sonucudur ve varlık dünyasına insan eliyle eklenen öznel bir tavırdır. Doğa ya da varlık dünyası, içinde canlı, cansız tüm varlıkları içinde barındıran bir varoluştur. Ve insan için, aynı zamanda bir mücadele alanı, aynı zamanda bir sanat yapma nedenselliğidir. İnsan ilk önce bir doğa sonra diğer canlılardan ayrılan özelliğiyle insandır. Onu özel kılan şey “bilinç” denilen değer olgusudur. İnsan bilinç sayesinde doğal özelliğinden sıyrılıp doğaya insan olarak bağlanır. İnsanın doğayla bağlantısını kuran şey sanat, bilim ve spordur. İnsan bu eylemler sayesinde doğaya eklenir, aynı zamanda geçirdiği değişim ve dönüşüm sonucunda doğa olmaktan çıkar. Sık sık “hayvan”,“hayvan oğlu hayvan” gibi ifadelerde bulunulur! Aslında burada demek istenilen, insanın bilince gelmesine bir davettir. Halbuki hayvan kendi doğasını yaşar. Yani insan doğası gereği değil bilinçle hareket eden varlıktır.

1-YARATMA EDİMİ VE AKIL YETİSİ

İnsan, ilkel bilinç seviyesinden entelektüel bilinç seviyesine sıçramayı başarmıştır, ancak sosyal ayağı hala eksiktir. Mağara duvarlarına bir büyünün öyküsünde kendi varlığının resmini çizerken, aynı zamanda görsel etkinlikle zamansallığın sınırlarını da çizmiş olmaktadır. Yaratma edimi zamansızlığı, akıl yetisi veya entelektüel bilinç ise zamanı belirler. İlk insana ait çizimler veya sanat objeleri, moder n ve sonrası döneme ait sanat etkinlikleriyle kıyaslandığında, çizim teknikleri veya estetik açıdan bir gerilik ya da üstünlük söz konusu değildir. Yaratma eyleminde, sanatta yaratıcılıkta bir zaman diliminden söz etmemiz mümkün değildir. Zamanı belirleyen ve asıl karar verici olan, akıl yetisi ya da entelektüel bilinçte idrak edilen nedenselliktir ve o bir sanat eserinde gerçek olarak ortaya çıkar.  Günümüzde bu olgu ilk insanın yaptıklarından farklı değildir. Teknik değişir, malzeme değişir, tema değişir her zaman olduğu gibi sanat; yaratma ediminde şekillenir ve akıl yetisinde nihayete ulaşır. Akıl yetisi sayesinde “an”ın, zamansal nedenselliği idrak edilir. Sorguda çözümsel sonuçlar elde edilir ve bu varoluş kıymetlidir, yaratma ediminde ortaya çıkacak sanat çalışmasının sonuçlanmasında bu veriler karar verici olarak devreye girer. Bu nedenledir ki sanat tarihi “tarihsellik” ilkesini bir yöntem bilgisi ya da bilgi aktarımı kuramı olarak değil, sanatın zaman ve mekan özelliğini ortaya koyar.

2-İLK HAREKET

Eylemi başlatan ve onu sürece dahil eden şey ilk harekettir. Düşünceyi tetikleyen ve onun ortaya çıkmasına vesile olan enerjinin henüz soyut halidir. Sadece düşüncede değil, bir imgede, kavram veya görsel bir nesnede, doğa karşısında veya herhangi bir eylemde ya da çelişkinin evrenselliğinde ilk  hareket şekillenir. Söz konusu “varlık” teolojinin, ontolojinin, fenomenolojinin, metafiziğin, bilimin  kendine ödev atfettiği ve çözüm aradığı derin bir konudur. Tartışmalıdır, metanetlidir üzerinde teori üretilen ve hatta kesinlik arz eden teolojik yaklaşımlar söz konusudur. Bu konuda en tutarlı söylemi Friedrich Nietzsche dile getirmiştir. “Sokrates hariç, şimdiye kadar tüm felsefeciler örtülü olarak tanrıyı anlattılar, ancak varlık sorunu hala devam etmektedir” ifadesiyle tartışmayı kesin hükümlerden kurtarmayı denemiştir. Benzer bir şekilde insan için de ilk hareket anlam olarak aynı şeyi ifade eder. Çünkü ilk hareketin kendisi, bilinmezliğini sürdürür o sadece bir uyanıştır. Yani insan doğaya idrak eden olarak bağlanır, delil olarak ortaya koyduğu nesnel olgu aslında hissedilen soyut imgelemdir, o da sanattır, sonucu ne olursa olsun. Yok değilse doğaya mimesis olarak tekrar eklenen  veya doğanın gizeminde kaybolan bir nesnelliği tartışıyor durumuna geçeriz. Organik dünyanın somut verisinde kendini bulmakta ısrar eden insan, varlık dünyasının bir nesnesi konumundan kendini kurtaramaz. Halbuki sanat, soyut bir varoluşun hikayesiyle nesnel hale gelir ve bu hâliyle zaten var olan doğaya insan ürünü olarak eklenir.

3-İMGE VE KAVRAM BÜTÜNLÜĞÜ

İnsan aklına düşen şeyler bütünü veya nedensellik, ister içerden türeyen bir imge olsun, ister dışarıdan idrak edilen bir kavram olsun soyuttur. İnsan ruhunda beliren yaratma edimi ister bir düşünce olsun, ister bir imge veya bir kavram ya da görsel bir eylemin dolayımında tetiklenen bir etki olsun nihayetinde cisimleşmek, nesnel hâle gelmek şartıyla insanı rahat bırakır. Benedetto Croce’e göre; “ortaya çıkacak sanatsal yaratı bir iç tekniğe ve daha sonra bir dış tekniğe ihtiyaç duyar.” Bu nedenledir ki iç teknik yani ruhsal alanda çözüme kavuşan çoğu sanatsal yaratı, dış tekniğe maruz kaldığında ilk değintide ya vazgeçilir ya da çalışma yarıda sönümlenir. Sonuç alınamayan imgenin akıbetinden ya bir özgünlük sorunu yaşandığı ya da özneyle ilişkisinin olmadığı sonucu çıkartılabilir. Düşünüre göre bu durum bir öykünme olabileceği gibi, bir aşırma veya hırsızlık gibi bir durumdan da söz etmek mümkündür. Yaratma ediminde enerji toplayan imge veya soyut şey, eğer özneye aitse sanat nesnesi olarak tamlık olgusunda bir sanatsal ifadeye dönüşür veya dönüşemeyebilir. Sanatçılara ait yarım, bitmemiş o kadar çok çalışma vardır, her birinin öyküsü farklıdır. Bitmiş çalışmalar nesne olarak somuttur içerik olarak soyut olsalar bile ve son haliyle o bir nesnedir. Oysa Martin Heidegger’e göre; sanatsal olan “şey”dir, şey olanı nesne olarak üretmek sanatı üretmek sayılırsa, şey nedir ya da imgede beliren yaratma edimi “şey” midir? Bu soruları imgeden ziyade kavramda sorgulamak “şey”i bulmada bize bir yol gösterici olabilir.

4-SOMUT VE SOYUT OLAN

Marx gibi Charles Baudelaire de sanatçının entelektüel olmasını ister. Burada sanatçıdan beklenen şey, estetik kurama dayalı nesnel bir yaratma ediminden ziyade, Heidegger’in altını çizdiği soyut olanı ortaya çıkarmaktır. Sanat ancak soyutu yorumlayabilme kabiliyetiyle ölçülür. Estetik, sanat rejimini savunmada kifayetsiz kalınca, onu tamamlayan kavramsal sanat devreye girdi. Yani soyut imgelem, yeni algı verisi olarak, sanat nesnesine yaratma edimi olarak giriş yaptı. Duchamp’ın hazır nesnesi bu yeni sanatın ilk hareketi sayılır. Ancak bu çalışma, kavramsal olanı nesne olarak ortaya çıkarmakla kendi ölümünü hazırlarken, nesneye mahkum oldu, ancak kavramsal sanatın önünü açtı. Kavramsal  sanat, modern sanatın asıl sahibi olarak kendini yasalaştırarak etki alanını genişletti, fakat içerik daraldı. Kavramın bir nesnede yaşaması, kavramsal sanatın “şey” olma hâlini ortadan kaldırmakta, kavram metalaşırken, nesne estetikleşmektedir. Postmodern zaman diliminde giderek kavramsallık;  kavramla nesnenin buluşmasından türeyen bir çöplüğe dönüştü, kestirmeden ortaya konan çalışmalar; öğrenilen veya ezber sanatın alt türevleri olarak hızı kesilmeden devam etmektedir. Bu özellikten yola çıkıldığında kavramsal sanatın tamamı nesne sanatı sayılır ve kavramsal sanatla bir alakası yoktur. Soyut olanı, “şey” olarak değil, kavramsallık aracılığıyla nesnel hale getirmek bizi soyuta götürmez, ortaya çıkan aslında bir nesne sanatıdır. Soyut olan “şey” imgelem olarak, ancak kendi kavram bütünlüğünde, kendi nesnesini biçimler, entelektüel bilinç bu süreci ancak dışarıdan karar verici olarak izler.

5-SANAT ESERİNİN VARLIK SORUNU

Sanat eserinin şey ile sınanması, sanat eserine vurulmuş bir pranga gibi algılanması, onun varoluş hikâyesini belirlemede ön koşul olarak görülmesine neden olur ve bu durum sorunludur. Ama bu gerçeğin hiçbir önemi yoktur, çoğu sanatçının bu düşünceden ya haberi yoktur ya da düşünür gibi düşünmemektedir. Doğaya tekrar doğa olarak eklenmekte bir sorun görmeyen sanat çalışmaları; kendi anlayışında üretime devam etmektedir, sadece gözden kaçan değer “zamansallıktır”, olsa olsa zamansallıkta eserin iki ayağından biri olduğu gerçeği atlanmış olmaktadır. Günümüzde sanat rejimi, altı çizilen zamansallık sorununu “özgün” olanla olmayan arasındaki ayırımı ortadan kaldırmakla çözmüş görünmektedir. Ve böylece sanat anlayışı kendine ait olan zaman dilimini çoktan aşmış onu bir kenara itmiştir. Konunun baş aktörü Andy Warhol’un çoğaltmaları örnek gösterilebilir ve bu çalışmalar sanat rejimine en büyük darbeyi indirirken, özgünlük, biriciklik, sanatın tekliği gibi nitelikler arkaik dönem çalışmaları olarak geride kalmış sayılır.

6-NEO LİBERAL KÜRESEL DÜZEN

İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle 1950’lerden sonra temeli atılan neo liberal teoriler; ilk Latin Amerika’da denenmeye başlandı, Türkiye 1980’de bileği bükülerek küresel düzene dahil edildi. Bundan böyle rekabete dayalı pazar ekonomisi insanlığın yeni kurtarıcı projesi olacaktır. Sistemin  siyasal-ekonomik-kültür ayağı kısa sürede başarılı bir şekilde hayata geçirildi. Tüketim ve ona bağlı yaşam biçimi, özgürleşmenin tek seçeneği olarak yaşamın asıl gayesini oluşturmaktadır. Halbuki algı verisinde oyalanan özne için; pamuğun Özbekistan’dan, ipliğin Çin’den, kumaşın Hindistan’dan, gömleğin Bangladeş’ten olmasının önemi yoktur, önemli olan iyi bir müşteri olmak ve duygusal tatmin yaşayabilmektir. Emeğin veya diğer olguların arkasını araştırmak, neden, nasıl, niçin sorularını sormak anlamsız, sıkıcı ve gereksiz bir retoriktir. Neoliberal politikalar böylece küresel çapta tüketime dayalı yeni bir toplum düzeni yaratmayı başarmış oldu. Jean-François Lyotard bu süreci yakından takip eden düşünürlerin başında gelir. Yapmış olduğu tarihi tespitine göre, “postmodernizm, emperyalizmin kültürel aklıdır” ifadesinde konuya net bir açıklık getirir. Kışkırtılan insan için; tüketimle dengelenebilen hazzın tatminini yaşamak, öznenin kendini mutlu saydığı geçici histerik bir duygu durumudur. Görsel algıda imrenilen pırıltılı yaşam biçimine ulaşmak için, “altta kalanın canı çıksın”(!) ya da Baudrillard’ın söylemiyle “aklını kullanan” insanın fırsatçılığı yeni bir postmodern sosyal kabiliyettir. Bu gerçeklik öznenin kendi içinde eridiği bir zaman dilimine denk düşer.

7-POSTMODERNİZM VE KITSCH

Kitsch(kiç) olanın parlatılması, postmodern sanatın en büyük çalımıdır. Kitsch’in, sanat rejimine meydan okuması; estetiği veya ikon olanı, aşağı çekmek ve gerçek sanatın önünü açmak adınadır. Kich sanat, bilinçli bir özgürlük alanıdır liberal düşünürler açısından, karşı düşüncede ise, bu bir sahte devrimci tavırdır. Post yapısalcı teorilere göre; hiçbir zaman dilimi şimdi olduğu kadar özgür olmamıştır, sanat rejimi asıl şimdi özgürlüğü köküne kadar kullanabilmektedir. Bu kuramsal destek, sınırsız bir etkinlik sahasında çöp sanatın varlık gösterebileceğini garanti eder. Jean Baudrillard 1999 Venedik Bienali’ni gördükten sonra “her yer çöp, sanat bitmiştir” demekten kendini alamaz ve onurkonuğu olarak gittiği Venedik Bienali’ne veda eder.

Ultra avangard çalışmalar, sanatın gerçek örnekleri olarak gösterilir. Postmodern sanat yapıcıları bu çalışmalara büyük önem verir, itibar eder ve seçkin örnekler olarak sanat tarihinde rol model olması için yoğun çaba harcar. Jeff Koons’un balon çalışmaları bu zaman diliminin en çarpıcı örneklerini oluşturur. Malzeme çeşitliliği-teknik-kavram üçlemesi sanatta özgürlüğü inşa eden asıl bileşen olarak öne çıkartılır. Nesne sanatına yöneltilen eleştirilerde; içinde sanatçının kendisi yoktur, dışarıdan kotarılan bir tasar projesinde malzeme ve kavram bir araya getirilmiştir. Ancak bu çalışmaların Heidegger’in sanattan beklediği “şey”le uzaktan yakından alakası yoktur. Hayatın kavramsallaştırılmasının ana nedeni; kavramın soyut olma halinin, özgürlük kavramı sanılması veya simülasyon olarak öyle görülmesidir. Kavramın bir nesneye aktarılmasıyla, özgürlük kavramı cisimleşmiş olmaktadır, bu sadece kendini tekrar eden büyük bir sanat enflasyonu doğurmuştur ve sanatçı bu çaresizlik içinde kaybolmuştur. Andy Warhol’un “herkes bir gün kısa süreliğine ün sahibi olacak” öngörüsü geçerliliğini korumaktadır.

SONUÇ:

Algıda seçicilik sarmalında tek tipleşen insan için ölçü değeri, tükettikleri kadardır ve dünyayı o gözle değerlendirmektedir, bu bir rıza kültürüdür. Dünyayı bilgide değil, olguda değerlendirmek pratik aklın aklıdır, kavramsal olan da aynı bakış açısında değer görür. Bilgi eşittir olgu varsayımı gibi, kavram eşittir nesnellik yanılsaması da zamanımızın en büyük boşluğudur. Sanat rejimi bu yanlışa destek vererek kendi gerçeğinin içini boşaltmaktadır. Olgular çözüme kavuşmuş eylemlerdir, kendi bilgisinin dışında bir bilgi içermez, içinde bilgide olduğu gibi tez, anti tez, sentez nedenselliği taşımaz. İnsanın iletişim ağında kavram filozofu olması, olgular dünyasının simülasyonundan başka bir şey değildir. Bilgi alışverişi adına havada uçuşan gönderiler başka bir tüketim hazzının ihtiyacını karşılar. Bu anlayış aynılık kültüründe, insanın haz duygusunda kendini var ettiği bir hayal dünyasıdır. Yani kişinin kendi gerçeğine yapmış olduğu bir yapı-söküm darbe pratiğidir. Post Modern sanatçı için de altı çizilen başlıklar geçerlidir, sorun özgürlük sorunudur.

Share Button

Yorumlar kapatıldı.