Maks Martersteig: Edebiyat ve Sanatta Yeni Almanya 2

Share Button
Franz Marc, Kaplan, (1912), T.ü.y.b.

“Zamanımızın Sanatına Giriş” adlı derlemeden, Leipzig, 1920[1]

Çeviri: Deniz Gökduman

Yeni Sanatın Krizi: Doğadan Sapma, Ruhun İzleri ve Estetik Meşruiyet

Modern sanatın doğadan bilinçli bir sapmayla karakterize olması, onun her türlü doğallığı reddetme eğilimini de beraberinde getirir. Bu bağlamda, sanatın giderek aşırı uçlara yönelmesi, tarihsel bağlamı içinde değerlendirildiğinde anlaşılır bir durumdur. Zira yakın dönem sanatında —gerek görsel gerekse edebî alanlarda— taklide dayalı bir temel anlayış belirginleşmişti: Doğaya en sadık biçimde öykünme, doğallık ve gerçekçilik öncelik kazanmıştı. Ancak bu ölçüsüz taklit arzusu, kaçınılmaz olarak karşıt yönde bir tepkiye, yani doğaya radikal bir karşı duruşa zemin hazırlamıştır.

Goethe’nin bir gözlemi bu durumu veciz biçimde açıklar: Eğer bir pug köpeğini[2] doğayla birebir örtüşecek şekilde resmedersek, gerçekte yalnızca dünyaya bir pug daha eklemiş oluruz. Ama bu, gerçekten dünyayı estetik anlamda zenginleştirir mi? Sanat eserinin değeri, yalnızca nesnenin sadık bir yansıtımıyla değil; o temsili içsel bir duyguyla yoğurup dönüştüren insan ruhunun yaratıcı katkısıyla belirlenir. Aksi takdirde sanat, yalnızca teknik bir hünerden ibaret kalır. Zaman zaman teknik ustalığın gösterisi fazlasıyla öne çıkmışsa da, bu tür virtüözlüklerin —yalnızca koleksiyoncuların sınırlı ilgisini cezbeden bir beceri olarak— sanat kültürünün gelişimine hizmet etmediği açıktır.

Varsayalım ki bir gün insanın iç dünyasını, duygusal titreşimlerini hassasiyetle kaydeden bir araç geliştirilsin —bir tür ruhsal nabız ölçer ya da sismograf. Bu cihazın ortaya koyacağı verileri kimse sanat eseri olarak değerlendirmezdi. Oysa modern şiirin kimi örneklerinde, ruhsal ve patolojik bağların çözümlenmesiyle buna yakın bir incelikle karşılaşırız. Yine de bu durum, ekspresyonist sanatın kimi savunucularının, kendilerinden önceki tüm sanat biçimlerini toptan değersizleştirmelerini haklı çıkarmaz. Onlara göre izlenimcilik, yalnızca yüzeysel bir taklit çabasıdır. Bu görüş, sanat tarihinin son üç yüzyılında ortaya çıkan derin ruhsal enerjilerin kaba bir inkârıdır.

Aleksey Yavlenski, Çiçekli Şapkalı Genç Kız, (1910). T.ü.y.b.

Leonardo da Vinci’den Rembrandt’a, Velázquez’den barok mimariye; Alman müziğinin evrensel yükselişine ve Batı şiirinin başyapıtlarına uzanan bu yaratıcı akış, yalnızca mimesisle açıklanamayacak kadar derindir. Bu akımın artık tükenmiş olabileceği öne sürülebilir; fakat o zaman, benzer bir güç ve aşkın değeri başka bir kaynakta nasıl bulabileceğimiz de muğlâklaşır. Bu nedenle, söz konusu yaratım sürecini insan ruhunun bir sapkınlığı olarak sunmak, onun içkin değerlerini küçümsemek, entelektüel anlamda bir tutarsızlıktır.

Sanat özü itibarıyla maddeye değil, ruha yöneliktir ve her sahici sanat yapıtında “güzel” olan, maddi olanın ötesine geçerek dünyanın ruhuna dokunur ve onu insana yaklaştırır. Nitekim içsel dünyamızdan beslenen en etkileyici estetik ifadeler, dış gerçekliğe başvurmadan da üretilebilmektedir ki bunun en gelişmiş örneği, kuşkusuz müziktir.

Ne var ki bu büyüleyici gerçek, müziğin dışındaki sanat dallarında doğrudan uygulanmaya çalışıldığında, kimi zaman yaratıcı faaliyetin niteliğini olumsuz etkileyebilmektedir. Belki de çağımızın en yıpratıcı entelektüel alışkanlıklarından biri, sanata mutlak geçerliliği olan bir felsefi sistem dayatma arzusudur. Böyle bir yasa bulunduğunda, bu yasa genelleştirilerek sanata dışsal biçimde uygulanır. Oysa yapılması gereken, sanatın ruhsal gelişimle —yani bireysel yetilerimizin ve irademizin yönelimiyle— olan bağını kavramaktır.

Her sanat yapıtının kendine özgü, içkin bir yasaya sahip olduğu kabul edilseydi, bu yasa dışsal müdahaleleri dışlar, öznel yorumları sınırlardı. Ancak bu yapılmadığında, sözde yasa olarak sunulan şey, aslında keyfîlikten ibaret olur. Bu tür keyfîliğin sonucu olarak çağdaş sanatlarda, doğadan alınan formlar bozulmakta, bükülmekte, tahrif edilmekte ve bu, çoğu zaman “yüce bir amaç” kisvesiyle meşrulaştırılmaktadır.

Günümüzde doğaya dair hissiyatımız hatırlandığında, estetik sorunların merkezinde bu meselelerin yer aldığı hemen fark edilir. Özellikle ekspresyonist sanat eserleri karşısında pek çok kişi, estetik bir bütünlük duygusunu yitirir; ya hayal kırıklığına uğrar, ya çelişki hisseder ya da yalnızca belirsiz bir rahatsızlık yaşar. Bu durumda dile getirilen en yaygın itirazlardan biri şudur: “Ama bu doğaya aykırı!” Ne var ki bu tür itirazlar, bir süsleme, bir heykel ya da ilkel bir tarzla yapılmış arkaik eserler karşısında nadiren dile getirilir.

Bu tür itirazlar, ancak sanatın farklı alanlarına ait ilkelerin birbirine karıştırıldığı, sanatçının ne bir süsleme ne bir yapı ne de primitif bir sanat eseri üretebildiği; yalnızca bu ilkeleri yapay biçimde harmanladığı durumlarda ortaya çıkar. Böyle anlarda sanat, insanlar arasında zaten mevcut olan ayrımı daha da derinleştirir: Sanatı algılayabilenlerle ondan uzaklaşanlar arasındaki uçurum büyür.

Ernst Ludwig Kirchner, Marzella, (1909-10), T.ü.y.b.

Sanat eseri, içsel olarak bütünleşmiş bir psikolojik yapıya değil, genellikle bulanık bir bilgi düzeyine hitap etmeye başlar. Sanatçının keyfîliğine, izleyicinin algısındaki dağınıklık denk düşer. Bu algıyı düzene sokmaya çalışan akıl ise, çoğu zaman eseri haksız yere mahkûm eder. Tam da burada, modern sanatların sorunsal niteliği açık biçimde görünür hâle gelir.

Sanat ve ruh, duyular dünyası üzerinde etkili olmak zorundadır; zira sanat için bundan başka bir dünya yoktur. Bu nedenle sanatın etkili olabilmesi için, insanların duygularının kökeni, gelişimi ve bugünkü durumu dikkatle göz önünde bulundurulmalıdır. Bu psikolojik temeller olmadan sanatın herhangi bir etkide bulunması mümkün değildir. Dolayısıyla bu temellerin ortaya konulması, bana göre, birbirine zıt gibi görünen iki sanat yönelimi arasında —bir yanda irade, öte yanda kabule açık olma hâli— bir uzlaşıya varmanın ilk ve en gerekli adımıdır.[3]


[1] Maks Martersteig: (11 Şubat 1853 – 3 Kasım 1926) Alman aktör, tiyatro yönetmeni ve yazar.

[2] Pug (pag) veya mops, Çin kökenli bir süs köpeği ırkı. Kırışık bir yüze, basık bir burna ve sarmal bir kuyruğa sahiptir.

[3] Martersteig, M. Edebiyat ve Sanatta Yeni Almanya”, Ekspresyonizm Makaleler Koleksiyonu, Ed. E. M. Braudo & N. E. Radlov, (1920),  s.19 – 22, Devlet Yayın Evi, Moskova

Share Button

Yorumlar kapatıldı.