Işıl Savaşer: Alberto Giacometti’nin Varoluşçuluk Algısı

Share Button

Gerçeküstücülüğün heykel alanındaki en önemli temsilcisi olan sanatçı, (1901 – 1966), 1930 yılında sürrealizm akımına katılmıştır İlk dönemlerinde izlenimci eserler üreten Giacometti, ilerleyen dönemlerde kübizm esintili heykeller çalışmıştır.

Giacometti avangard sanatçıların gerçeklikten uzaklaşma çabaları ile sürrealizm ve kübizme yöneldiği dönemde, ulaşılamaz bir hedef olarak görmüş olduğu gerçeklik üzerine çalışmalar yapmıştır. 1920’li yılların başında İtalya’da bulunduğu sürede Bizans, Rönesans ve Barok sanatlarına ilgi duymuştur. 1922 yılında Paris Antoine Bourdelle atölyesinde ilk dönem yapıtlarını gerçekleştirmeye başlamış ve o dönemde etkilenmiş olduğu sanatçıların izlerini eserlerine yansıtmıştır.

Yontulmuş bir el Rodin’i, 1925 tarihli “Çift”, Leger’in etkisini hissettirmiştir. Sanatçı, heykellerini kendi üslubu ile biçimlendirmiş önce bir teli tasarımını düşündüğü forma bürümüş, sonra ekleme tekniğiyle çamur ile teli kaplayarak heykellerini üretmiştir. Sanatçının tel kullanması, figürleri en ince duruma gelene kadar stilize etmesinden kaynaklanmaktadır. Heykel kaidesi kullanan sanatçının pek çok heykelinde kaidenin figürlerden daha büyük olduğu gözlenmektedir. Sanatçının heykellerinde, erir gibi gözlenen figürler karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan heykelde boyut küçüldükçe Giacometti için anlamı artmaktadır.

Giacometti’nin “Ayakta Duran Kadın” heykelinde ekleyerek yaratmış olduğu pürüzlü dokuya sahip eseri görülebilmektedir. Heykelin biçimlendiriliş özelliğine bağlı olarak oldukça uzatılmış olan figür, bu dokusuyla varoluş temasına bir öykünme sunmaktadır.

“Düşen Adam” heykelinde pürüzlü dokuda görülen heykel, genel biçimlendirmeye sadık kalınarak en ince noktasına kadar uzatılarak görülmektedir. Figürün ayak parmakları sadece kaideye değmekte, bunun dışında vücudu tamamen boşluğa kendisini bırakmış şekilde gözlenmektedir. İzleyiciye donmuş bir ara an sunmaktadır. Giacometti, görsel ve biçimsel sorunların devinimi üzerinde çalışmış, primitif sanatlardan etkilenmiş, doğadan esinlendiği yontularında figürleri işlerken ana hatlara önem vermiştir. Bizans ve Roma dönemi eserleri sanatçıyı heyecanlandırmıştır.

Giacometti, Cezanne‘nın eserlerinden etkilenmiş ve Cezanne’nın sanatsal sorunlarını kendi sanatsal sorunları ile özdeşleştirmiştir. Cezanne ve Giacometti’nin arasındaki bağlantı gözlemlendiğinde, her iki sanatçının da doğaya duyduğu ilgi ve doğa çalışmaları dikkati çekmektedir. Cezanne‘nın resimlerinde renk ile oluşturduğu görsel titreşimlere Giacometti, çizgisellik ve güçlü kontrast ile çözüm getirmiştir. Giacometti, 1963 yılında ürettiği portre çalışmalarında insan portresinin gerçeği yansıtabilmesi için göz ve bakışların en önemli iki öğe olduğunu ifade etmiştir.

Giacometti, Jean Paul Sartre’nin savunucusu olduğu varoluşçuluk felsefesinden etkilenmiş ve bu doğrultuda eserler üretmiştir. Varoluşçuluk, kendi içinde yaşamın anlamsızlığı, yalnızlığı ve hiçbir yorumlamanın sabit bir temeli olmadığı düşüncelerini barındırmaktadır. Sartre, 1943’te yazmış olduğu “Varlık ve Hiç” kitabında varoluş, özden önce gelir şeklinde ifade etmiştir. Giacometti, heykellerinde insanı var olduğu mekânla ilişkisi olan bir varlık ve somut gerçeklik olarak vermektedir.

Giacometti’nin figürleri, sağlam duruşa sahip, ancak bir taraftan da kırılgan ve yalnız bireyselliğin ön planda olduğu tiplerden oluşmaktadır. Ancak Giacometti’nin yalnızlığı hiçbir zaman aciz, zayıf ve küçümser değildir. Sanatçının “Kafes” eseri, onun varoluşçuluğunun göstergesi olmuştur. “Kafes” simgesi, varoluşçu bir motif olarak insanların kendi özgürlükleri ile aldıkları kararların kendi kafesleri olduğu düşüncesinden kaynaklanmaktadır. “Kafes” isimli heykelinde, ayakta duran uzun figür kafesin bir parçası gibidir. Kolları kafesin yatay parmaklıkları gibi, ince vücudu ise kafesin direklerine benzemektedir. Sartre, Giacometti’nin yapıtları için, varlık ile hiçlik arasındaki modern insanın varoluşunun imgesel yansımaları olduğunu ifade etmiştir.

Sartre, Giacometti’nin saf varoluşu ifade edebilmek için figürlerini uzattığını vurgulamıştır. Sanatçıların figürlerinde devinimin mutlak kaynağı kendisini hissettirmektedir. Giacometti’nin Bourdelle ile çalıştığı dönemlerde, kübizmi farklı boyutlara getiren Rus heykeltıraş Lipchitz’ten etkilendiği bilinmektedir.

Marcel Duchamp, Archipenko, Laurens’in çalışmalarıyla da ilgilenmiştir. Birçok avangard sanatçının ilgi odağı olan Afrika ve Okyanusya mask ve heykellerinden de etkilenmiş olan sanatçı bu dönemde Afrika heykellerinin etkisiyle ürettiği “Kaşık Kadın” heykelinin ardından Paris’te tanınmasını sağlayan  “Baş” ya da bazı kaynaklarda “Gözlemleyen Baş” adlı çalışmasını gerçekleştirmiştir. Yüzeyi belli belirsiz olan bu heykel, insanı neredeyse düz bir levha biçimine indirgemektedir.

Sanatçının “Baş” Heykeli, Brancusi‘nin çalışmalarını anımsatsa da, onun amacı sadeleştirmekten ziyade bir ifadeyi en basit şekilde yakalamak olmuştur. Bu taş parçasında tek görünen şey, dikey ve yatay iki oyuk olmuş, bu da kabile eserlerine benzer bir görünüm sunmuştur.

Varoluşçu resim ve heykelin en temel özelliği, ortaya konan eserlerin simgesel bir biçimde temsil edilen şey olmaktan çıkmış olmasıdır. Yapıtlar gerçekliği temsil etmek yerine sanatçının kendine has bakışının izlerini taşımaktadır. Giacometti’nin gerçeklik ile ilişkisini kuran bakışı üzerine düşünceleri, onu önce sürrealizmden koparan ardından da hiçbir sanat akımına sığmayacak bir indirgenemezliğe götüren temel özellik olmuştur.

Giacometti’nin resimlerinde ve heykellerinde izleyiciye yabancı gelen unsurlar, insan figürünün biçimini bozduğu düşüncesi olmuştur. Giacometti, yalnızca gördüğünü kendisine göründüğü gibi yeniden oluşturmaya çalışmıştır. Ona göre sanatın sorunu yaşamın tüm yönleri ile ifadesi değil, sanatçının kendisini ifade etme sorunu olmuştur. Sanatçıya göre, dünyanın fotografik görünüşüyle kendi görüşü arasında bir kopukluk söz konusudur. Giacometti, 1963 yılında kendisiyle yapılan bir söyleşi de şu ifadeleri kullanmıştır ; “Sonuç olarak ben görmek için resim yapıyorum. Sanat görmenin bir aracıdır. Her şey beni şaşırtıyor gerçeklik çok karmaşık. Bu yüzden ben onu kopyalıyorum”[1] Sanatçının bakışını ifade etme biçimi ulaşılamaz bir görsel hakikat sorunuyla karşı karşıya getirir ve sanat eseri bir ifade sorunu haline gelir. Böylece sanattaki temsil imkânları meselesinden uzaklaşarak kendi bakışının anlamı sorununa yönelmektedir.

Görme ve eylem, teknikten ve malzemeden daha önemli duruma geldiği için söz konusu gerçeklik bir varoluşçu mücadeleyi gerektirir. John Berger’in de ifade ettiği gibi Giacometti’nin bakışı, sanatçının varlık ve hakikat arasındaki sürekli askıda durma halinin farkına varmasını sağlar. Söz konusu bakış, Giacometti’nin kendine has tarzının oluşmasını sağlamıştır. Özellikle 1940 yılında heykel aracılığıyla algısına konu olan gerçeklikleri ifade etmeye çalışırken, figürler küçülmeye başlamış, adeta yok olmuştur. Model – uzaklık deneyimi, büyük ölçekte başladığı figürlerin sonunda çok küçük hale gelmesine neden olmuştur. Uzaklık, dikkate alınması gereken bir şey olarak sanatçıya kendini dayatmaktadır. Giacometti’nin uzaklık deneyimi, sanatçının bakışının temel kriteri haline gelmiştir. Sanatçı için esas sorun insan figürünün bütününü elde etmek için başvurduğu uzaklığı bakışı ile ele geçirmek olmuştur.

Giacometti, yüksekliği korumak için yoğun yontuları inceltmiştir. Ona göre bir insana yakından bakma deneyiminde ona hem yukarıdan aşağıya, hem de aşağıdan yukarıya bakıldığında onun genişliğini hesaba katmadığını ifade etmektedir.

“Bir nesneye ne kadar çok yaklaşırsanız, onu o ölçüde kısalmış görüyordunuz. O durumda ben, genişliği azalmış olarak görüyordum”[2]. Bu yüzden modele bakarak çalışma Giacometti‘yi yapacağını düşündüğü şeyin tam tersini yapmaya etmiştir. Sanatçıda model ve heykel arasında benzerlik ilişkisi bir sorun haline gelmiştir.

Sanatçı ile figür arasındaki uzaklık, öklit uzayı içerisindeki yükseklik ve genişlik kavramları gibi açıklanamamaktadır. Kendisi kavramla idealize etmeyen görünene içkin uzaklığı aramış, dolayısıyla genişlik ve yükseklik özellikle sanatçının algısındaki uzaklık değil, deneyimi kendisiyle anlam kazanmıştır. Bu yüzden Giacometti’nin bakışı söz konusu olduğunda, uzaklığın fenomenolojik anlamı da önem kazanmaktadır. Husserl’e göre, özünde uzaklık içinde algılanan bir nesne, silüetlerin açık çokluğu olarak verilmektedir. Algılanan nesne,  her bir silüette mevcut ise, onlarda tükenmemekte aksine onları daima aşmaktadır. Bu mevcudiyet de yokluğun mevcudiyetidir. Beliren nesne ile belirişlerin hiçbiri karışmamaktadır. Tezahür, beliren nesnenin kendisinin yararına doğrudan ulaşılabilir olması için vazgeçebileceğimiz bir tezahür değildir.

Husserl’e göre, beliren nesne kendisi olarak ulaşılmazdır. “Uzaktaki nesne bana hiçbir zaman tam olarak verilmez. Demek ki her zaman şey ile şeyin algısı arasındaki korelasyonun yok edilemez özünden ileri gelen tanımlanmamış bir yetkinlik eksikliği vardır”. Giacometti, 1925-29 dönemindeki çalışmalarında gerçekçiliği bırakarak soyutlama üzerinde çalışmalar yapmış, “Kaşık Kadın” ve benzeri heykelleri “Düz Heykeller Dönemi” olarak yorumlanmıştır. 1930’da Andre Breton tarafından resmi olarak sürrealistlere katılması, Galerie Pierre’de sergilenen “Asılı Balon” sayesinde olmuştur. “Asılı Balon” adıyla bilinen heykeli, metal bir kafes içerisine yerleştirilmiş tahta bir top ve hilalin düzenlenmesidir. Alt kısmı yarılmış olan top, bir ipten satmakta ve altındaki eğimli hilale değmektedir. Bu kinetik ilişki, eleştirmenlerce hayatın içindeki zıtlıklarla tanımlanmıştır. Aynı zamanda “İzlenim Sanatı” olarak da bilinen “Asılı Top”,  ilk kinetik hareketli heykel değildir. Gabo, 1920’de motorlu heykel yapmış, 1923’te Man Ray bir gözün fotoğrafını kesmiş bir metronomun sarkacına bağlamış ve buna “Yok Edilecek Obje” adını vermiştir.

Sanatçının gerçeküstücü dönemine ait en önemli eseri “Sabah Saat 4’te Saray” adlı heykelidir. Giacometti 1930’ların başlarında, Joan Miro, Man Ray, Andre Masson, Max Ernst gibi sanatçıların arasında sürrealizmin en önemli heykeltıraşı konumuna ulaşmıştır. 1935 yılından itibaren varoluş ve gerçekçilik üzerine deneyler yapmış, bu çalışmaları kısa sürede tüm yaşamını etkileyen bir mücadeleye dönüşmüştür. 1936’da  “Sürrealist Objeler” sergisine katılan sanatçı, kübizmin ve ilkel sanatın etkisi altında kalmıştır. “Bir süredir kafamda tamamlanmış olarak tasarladığım heykelleri yapıyorum; bunları mekân içinde hiçbir şey değiştirmeden ve anlamlarının ne olduğunu kendime sormadan tamamlıyorum”[3]

Giacometti, heykelde yeni bir işlevi gerçekleştirmiş, sanat yapıtı ile izleyici arasında yeni bir ilişki kurma yolunu seçmiştir. Sürrealistler de özgürlük getirme adına sınırlayıcı ve denetleyici olma yolunu seçmişlerdir. Giacometti 1930’ların ortalarında sürrealizmden ayrıldığını gösteren az çok geometrik biçimde bazı soyut heykeller ile arkaik görünüşlü figürler üretmiştir.

1935’te yeniden model kullanmaya başlaması üzerine sürrealistlerin tepkileri ile karşılaşmış, onun imgeleme yüz çevirip görünen dünyaya döndüğünü ileri sürmüşlerdir. 1950’den itibaren hem model kullanarak hem de ezberinden figürler oluşturan sanatçı, heykellerini gerçek saydığımız dünyanın bir yansıması olarak görmemiştir. “Orman” adlı yapıtı gerçeğe benzese de benzemese de Giacometti’nin kendi şiirsel dünyasının bir parçası olduğunu yansımaktadır.

Sanatçının figürleri giderek küçülmüş ve en sonunda boyları 3-4 cm’ye kadar ulaşmıştır. 1945’te Paris’te daha büyük figürler üzerinde çalışmaya başlamış, bunların istediği gibi canlı görünmeleri için son derece ince olmaları gerektiğini savunmuştur. Bu incecik ve dimdik figürlerin ilk örnekleri Mısır heykellerinde görülmektedir. Bu figürlerle, Mısır heykelleri arasında biçimselliği aşan bir benzerlik görülebilmektedir. Mısır figürlerini dingin yalınlığı ve gücü nasıl ki ölümden sonraki yaşam düşüncesinin koşullandırdığı bir özellik ise, Giacometti’nin figürlerindeki incelme ve sertlik de çağdaş insanın yazgısı olan tedirginliğin ve yalnızlığın bir belirtisi olarak görülmektedir.

Sanat yapıtları anlamlarını genellikle belirtmezler ya da içlerinde taşırlar. Ufka paralel çizgiler genişlik, ufka dikey inen çizgiler derinlik vermektedir. Giacometti,  özgürce ayakta duran heykelleri için bu ilişkinin bağımsız ve insanca değerini yeniden bulmuştur. Giacometti’nin formu öze indirgediği özgün anlatımı, onu II. Dünya Savaşı sonrasında gelişen resim ve heykel üsluplarından ayırmıştır. Sanatçı, amacının insan figürü değil, onun gölgesinin heykelini yapmak istediğini ifade etmiştir. Giacometti için önemli olan nesnelerin biçimleri değil, yaşamında gerçek olarak duyumsadığı şeyler olmuştur. Bu bağlamda Giacometti’nin de bahsettiği gibi, söz konusu olan şey, dış görünüş olarak modele benzeyen bir figür yaratmak değil, o etkinliği yaşamak ve yalnızca onu duygulandıran ya da içinde yapma isteği uyandıran şeyi gerçekleştirmektir.

Giacometti, dış gerçekliği yalnızca bir araç olarak kullanmıştır. 1940’lı yıllarda insan figürünü sıklıkla işlemeye başlayan sanatçı, kibrit çöpünü andıran figür yorumlarıyla kendine özgü bir yaklaşım sergilemiştir. Gittikçe incelen figürlerin yer aldığı heykellerine “Saydam Kompozisyon” adını veren Giacometti’nin “Yürüyen Adam I“  heykeli, onun tarzını en iyi gösteren örneklerden olmuştur.

2010 yılında gerçekleşen müzayedede tarihte satılan en pahalı eserlerden biri olma özelliğini gösteren heykelin altı edisyonu bulunmaktadır.

Savaş sonrası sanata egemen olan ifade biçimi, eskinin de bu yolda canlandırılması olmuştur. Süregelen bölgesel ve kitlesel yıkım tehdidi karşısında duyulan endişeler, dramatik olaylara karşı duyulan kuşkuculuk ve Dada akımının yaptığı uyarılar yeniden gündeme gelmiştir. Korku ve kader imgeleri sanat eserlerinde sık sık rastlanan ve 1950’lerde başarılı sonuçlar veren öğeler olmuştur. Henry Moore, nesnelerin dış görünüşleriyle daha çok ilgilenen üsluba sahiptir. Belli bir biçime az çok benzeyen ve insan anatomisini de içeren çalışmaları olmuştur. Francis Bacon’un korku veren imgelerden oluşan yapıtları, anıtsal boyutlarda yapılmıştır. Giacometti’nin heykelleri daha ince ve narin olmaya eğilimli olup, çağlar boyu insan imgesini dile getirmektedir.

1960’da “Yürüyen Adam” Giacometti’nin en ikonik eseri ve 20. yüzyılın en ünlü heykellerinden biri olmuştur. Yüzeyi kabaca dokulandırılmış bu sıska anıtsal figür, insanoğlunun kırılganlığını ve ölümlü oluşunu vurgulamaktadır. Giacometti’nin dış gerçeklik karşısındaki görme alışkanlığı insan vücuduna ilişkin tinsel olanı bütünüyle yakalamaya yönelik olmuştur. John Berger’e göre sanatçı açısından bu durumun nedeni, imgeyi oluşturma sürecinde bir görme biçiminin var olması anlamına gelmektedir.

Kaynakça

  • Berger, J., Görme Biçimleri, Çev. Yurdanur Salman, Metis Yayınları, İstanbul, 2008
  • Giacometti, Yazılar, Çev. Aykut Derman, YKY, İstanbul, 2015
  • Gombrich, E.,H.,Sanatın Öyküsü, Çev. Erol Erduran, Ömer Erduran, Remzi Kitabevi, İstanbul 2004
  • Erden, E., Modern Sanatın Kısa Öyküsü, Hayalperest Yayınevi, İstanbul 2016
  • Lynton, N., Modern Sanatın Öyküsü, Çev. Cevat Çapan, Sadi Öziş, Remzi Kitabevi, İstanbul 2015
  • Partsch,S., Modern Sanat, Çev. Özlem Şimşek, Say Yayınları, İstanbul 2023

[1] –            Giacometti, Yazılar, Çev. Aykut Derman, YKY, İstanbul, 2015

[2] –            Giacometti, Yazılar, Çev. Aykut Derman, YKY, İstanbul, 2015

[3] –            Lynton, N., Modern Sanatın Öyküsü, Çev. Cevat Çapan, Sadi Öziş, Remzi Kitabevi, İstanbul 2015

Share Button

Yorumlar kapatıldı.