
Elli yıl önce, 1933 Ekim’de “D Grubu” kurulmuş, sergilemelerine başlamıştı. Altı sanatçıyla yola çıkan gruba kısa bir süre sonra yeni sanatçılar da katılarak, on beş yıl sürecek olan etkinlik yoğunlaşmıştı. İşte Eren Eyüboğlu da bu gruba katkı getirenler arasındadır ve şimdilerde, bu anılmakta olan etkinliğe, İstanbul’un Anadolu yakasındaki seçkin bir galeri Dört Boyut Galerisi’ndeki sergiyle yeni bir anlam ve katkı da getirmiş bulunmaktadır.
Sanat ve yaşamı, kimliği için bundan on üç, on dört yıl önce yazılan ve Cumhuriyet Ansiklopedisi, 5. Cilt, sayfa 1344’de yayınlanan yazımı burada yineleyecek değilim. Eren Eyüboğlu için elbette ki, başkaca yazılarım olduğu gibi, kişiliği ve sanatı için, üzerine yoğun yazılar, eleştiriler ve tanıtılar yapılmış bir sanatçı olduğunu da belirtmekte yarar yoktur ama yeridir de notlanması, derim.

Ekim 1983’ün ilk haftasından başlayan bu sergisinde elli sayısına yaklaşan yapıtlarıyla Eren Eyüboğlu, kişisel ve eşi Bedri Rahmi Eyüboğlu ile birlikte gerçekleştirdiği sergilerinden günümüze sanırım, kırkı geçen bir sergileme getirmiş olmaktadır. Bu sergisinde elbette ki son yıllardaki yaratılarını da görmekteyiz ama Eren Eyüboğlu çizgisinin geride bıraktığı yıllardan da yapıtlar vardır ve bunun da, bazı bazı izlemeyenlere büyük bir kazanç getirdiğini vurgulamalıyız… Önce, bu geriye bakış/retrospektif sergisinin Dört Boyut Sanat Galerisi’nde, özenli bir düzen içinde gerçekleştirilmiş olması sevindiricidir. Sonra Eren Eyüboğlu’na yakışır bir ortamda izlenmesi güven vericidir. Eren Eyüboğlu’da kararlı, güçlü, arınmış bir desen, biçim olgunluğunu içeren ve de kuruluş/composition tazeliğinin zorlama direncini getiren bir açıklık vardır. Renk anlatısında, sırasında yineleyici ama sessiz bir atak da görülür. Yanı sıra, kimi zaman koyulaşan, karanlığı aydınlatan derinlerden; nice yapıtlarında da erimişliği kendi odalarından son göz odamıza ulaştıran, burada billurlaştıran bir tavır izlenir. Ve ayrıca, geometrik yaklaşım figüratif yoğunluğunda, ağır ağır bir başka leke anlatısı lezzetini içerir.
Sonra Eren Eyüboğlu, somut-soyut ayırımı gözetmeyen, yöresel/bölgesel bir temalanmanın kimliği olarak da, gerçekten saygın bir gözlemcidir. Resimde şiir, resminde musiki, resminde yaşamın tümü vardır. Bunu, hiçbir yinelemeye düşmeden verir, duyurur, aşınmamış, taptaze olarak.

Ben, Eren Eyüboğlu’nun tüm çalışmalarını yürekli görmüş, benzerleri gibi sayılan resimlerden çok ötelerde ve yaklaşılmaz gibisine saymışımdır. Yolundan şaşmaz ama varsayalım ki şaşmaz ve değişmiştir. Bu günlerde inanmam buna, gözlerime de güvenmem. Eren Eyüboğlu da bozamaz bunu. Bu Eren kimliğinden, bu onun resimlerinden bana geliyor. Diğer değişle, Eren Eyüboğlu, bir değişmenin değişmediğini bilir ve yolunu da yaratmasını da buna göre kurmuştur, yürütür. Belki de E. Eyüboğlu’nun resimlerinin dingin, sessiz, dingin ve sessiz olduğunca çoşkun, çoşkun olduğunca aşınmamış bulunuşu buralarda saklı. Hep çözer, çözümün ayrıntılarında, sonra genel birleşmenin sevincinde bizi düğümler. Anacıl, ölümsüz ve de ışıl ışıl, renk mi renk, söz mü söz bir akşam ocağında çok taze ve tarlada verimli, bir başak örneğince…
Her seferinde Eren Eyüboğlu’nun resimlerini sevdim. İçim içime sığmadı. Bunu kendisinden çok, Reis Bedri’ye anlatırdım, O’nu da nicelerin coşkusunda bulurdum ardından… Ve Eren Eyüboğlu resimlerinde yaşar, yaşayacak, yaşatıyor sınırların içinde ve de dışında…
13 Eylül 1983
Sanat Çevresi’ne teslim edildi.