
I – Mısır Lahdi[1]
20 Temmuz 1891
Çeviren: Deniz Gökduman
Bir Mezardan Gelen Sessiz Ders
Temmuz ve Ağustos aylarının güneşli günleri, büyük şehirlerin hayatında bir durgunluk dönemi gibidir. Genellikle yoğun hareket ve kargaşa içinde olan bu bölgelerde bir nefes alma zamanı doğar; bu da genellikle okulların kapanmasına ve öğrencilerin tatile çıkmasına denk gelir. Belki de bu durum, insanın içinde okul çağının hiç kaybolmadığının bir göstergesidir. Ne olursa olsun, bu dönemlerde günlük koşuşturmalar durur. Hâkim kılıcını ve terazisini bir kenara bırakır. Oyuncular kırda dinlenmeye çekilir. Siyaset durur. — Olağanüstü bir durum! — Resim sergisi bile açılmaz. Gazete polemikleri yumuşar. Edebiyatçılar röportajlardan uzaklaşır.
Belki de bu, geride kalan kış ve bahar aylarının ardından ve sonbahar sonunda yeniden başlayacak olan hayat üzerine tarafsızca düşünmenin en uygun zamanıdır. Bu yaşam, her yıl aynı düzenle, aynı döngüde, dünyanın hareketi ve mevsimlerin gelişi kadar düzenli bir şekilde yeniden başlayacaktır. Peki, bu yıl, bu geçici dönemin sonucu nedir? Meclisler tatile çıkmışken, tiyatrolar kapanmışken, sergiler sona ermişken, edebiyat anketleri tamamlanmışken, bugünkü insanlığın ruh hali nasıl özetlenebilir?
Bir zamanlar — 1865 civarında — Goncourt Kardeşler[2] zamanın hastalığının “alaycılık” (la blague) olduğunu düşünmüşlerdi. Bugün, 1891 yılında, bu hastalığın “reklam” (la réclame) olduğunu görmüyor muyuz? Üstelik bu öyle bir reklam ki, bizi belki de geçmişin alaycılığını aratacak! Çünkü bu reklam öyle sistemli, ciddi ve acımasızca uygulanıyor ki… Onun gerçek yüzünü görebilmek için ani bir karşıtlıkla, bir örnek isterseniz, Louvre’daki bir Mısır lahitline bakmanız yeterli olur.
İşte bu lahit, bu düşüncelerin çıkış noktası oldu. Onu tekrar görmeye gittim. Belki de insanlar, çıkar çatışmaları çok keskinleştiğinde, bu mezara yönelmelidir. Bu taş tabut, samimi olan herkese huzur verir. Düşünceyi ve sanatı yaşamının merkezine alanların, yüzyılları aşarak gelen bu sağlam bazalt sandığın içindeki sakin ve mağrur dersten etkilenmemeleri mümkün değildir.
Bu lahit Louvre Müzesi’nde, zemin kattaki Mısır Antikaları Galerisi’nde yer alır. Saint-Germain l’Auxerrois kapısından girildiğinde hemen ulaşılır. Bu salonda başka harikalar da vardır ve öğleden sonraları, bu ciddi duvarlar arasında, pembe granitten yapılmış sfenkslerin ve heykellerin arasında hızla geçip gider. Bu lahit, Mısırbilimciler arasında çok ünlüdür ve M. de Rougé’nin[3] belirttiği gibi, geç dönem Mısır sanatının bir başyapıtıdır. Yüksekliği 1,20 metre, uzunluğu 2,85 metre, genişliği 1,24 metredir. Bu sınırlı ölçüler içinde bir ırkın yaşam ve ölüm anlayışı, doğa, sanat ve insanlık üzerine büyük bir ders saklıdır.

Bu dersin verdiği mesaj şudur: Bazen sanat, görünmek için değil, gizlenmek için yapılır. Hiç kimsenin görmeyeceği yerlerde, derinliklere gömülü olarak var olur. Ama bu sanat, halka sunulan anıtlardan daha az anlamlı değildir. Belki de içe dönük bir düşüncenin, güçlü bir içsel hayatın en net kanıtıdır. Hiçbir karşılık beklemeden yapılan bu güzellik tutkusu, sanatçının içsel bir hazla üretmesini gösterir.
Taho adında bir rahip, bu çukur alana defnedildi; Taho, İmhotep[4] rahibi ve Ptah’ın[5] oğlu, basilico grammate (başyazman) unvanını taşıyordu. Taş lahitin dış yüzeyine kazınmış efsanevi sahneler, ölü ruhun dolaştığı gece âlemlerini tasvir etmektedir. Yılan figürü, güneş kayığı, Osiris[6], Horus[7], suçlulara uygulanan cezalar, Saatler dizisi, bokböceğinin doğuşu gibi temalar taşa oyulmuştur. Bu sahnelerde yer alan figürler ilerlemekte, durmakta, sembollerle bütünleşmekte; böylece etkin ve fantastik bir varoluş sergilenmektedir.
Lahitin içindeyse bambaşka bir atmosfer vardır. Sessizlik, yalnızlık ve gizemli figürler hâkimdir. Yan duvarlarda, başucunda Neftis[8], ayakucunda İsis[9] yer alır. Her ikisi de oturur pozisyonda, zarif bir duruşla kanatlarını kapatmıştır. Yanlarda koruyucu tanrılar görülür. Ve işte, sanatçının sonsuza dek gizli kalmasını istediği iki figür…
Birincisi, lahdin dibinde yer alır: Ölüyü karşılayan tanrıça. Hafifçe gülümseyen genç bir tanrıçadır bu. Masum bir yüz ifadesi, Leonardo’nun kadınlarında gördüğümüz o belirsiz ve derin bakışı taşır. Ama bu, çöküş çağlarının duygusal bir hüznü değildir. Bu tanrıça, karanlığı hafifçe aydınlatan bir sabah düşüdür. Kollarını ölüye doğru uzatır; zarif, ince vücudu taşın içine gömülü ama sanki yavaşça hareket ediyor gibidir. Bu çizgisel zarafet, daha sonra Yunan sanatının biçimsel zenginliğine kaynaklık edecektir.
Ve bu tanrıçanın üzerine, kapağın altına bir başkası yerleştirilmiştir: Gökyüzü tanrıçası. Kollarını yukarı kaldırmış, bir daireyi taşıyan bu tanrıça, daha da narindir. Yüzü ciddi ve ölü gibi ifadesizdir; ama aynı zamanda çok genç ve kaderci bir duruşu vardır. Sanatçının hayalinde bu tanrıça, sonsuz bir karşılaşmaya ev sahipliği yapar: Görmeyen gözlerle birbirine bakan, artık konuşmayan dudaklarla gizli sırlarını fısıldayan bir çift…
Eski Mısırlılar bu taş sandığın, hayatın devam ettiği bir yer olduğuna inanırlardı. Bu “ebedi konut”, ölüye ait gerçek evdi. Yaşayanların evi sadece bir “han” sayılırdı. Lahdin içine ölüyle birlikte gündelik eşyalar, ya da onların resimleri konurdu. Duvarlara onun yaşamındaki işler kazınır, resmedilirdi.
Bugün Louvre’da gördüğümüz bu harika figürler, bir zamanlar sonsuza kadar ölüyle birlikte kalacak sanılıyordu. Kapak, çimentoyla ve vidalarla sabitlenmişti. Mezarın girişi örülmüştü. Lahde inen kuyu taş ve kumla kapatılmıştı. Mariette’in dediği gibi: “Mısır’da öyle gizlenmiş mumyalar vardır ki, asla ama asla gün ışığına çıkmayacaklardır.”
Bu başyapıt, sonsuza dek karanlıkta sergilenmek üzere yapılmıştı. Ve biz bugün, zamanları geri getiremeyiz. Sanatçılar artık sanatlarını bir meslek olarak yapmak, fikirlerini kamuoyuna sunmak zorunda. Ancak yine de, acaba bu tanıtım çabası fazla ileri gitmiyor mu? Dükkânlar fazla sergilenmiyor mu? Ticaret duygusu çok ağır basmıyor mu? Belki de bugünün insanı, bazı günler, Louvre’daki bu dokunaklı lahitin içine, saygıyla bir göz atmalı.
[1] Gustave Geffroy, La Vie Artistique, E. Dentu, Éditeur, Paris: 1892
[2] Goncourt Kardeşler, Edmond de Goncourt (1822-1896) ve Jules de Goncourt (1830-1870) adlı iki kardeş ve Fransız romancıdırlar.
[3] Vikont Olivier Charles Camille Emmanuel de Rouge: (11 Nisan 1811 – 27 Aralık 1872) Fransız bir Mısır bilimci, filolog ve Rougé Hanedanı üyesiydi.
[4] İmhotep: (“barış içinde gelen”, MÖ 2667 – MÖ 2648), Antik Mısır’da mimar, yazar, hekim, mucit, mühendis, heykeltıraş, astronom ve firavun Zoser’in veziri olan efsanevi kişi.
[5] Ptah: Antik Mısır’da evreni ve diğer her şeyi yarattığına inanılan tanrıdır.
[6] Osiris: Geb ve Nut’un oğlu yeraltı dünyasının hâkimi, ölümsüz yaşam için diriliş tanrısı, kardeşi Set’in tam zıddı olarak iyilik tanrısı, kural koyucu, koruyucu; ölülerin yargıcı lahdinin bulunduğu yer Abidos’ta kültünün oluştuğu yerdir.
[7] Horus: (Heru, Hor, Her, Har), Antik Mısır mitolojisinde gök tanrısıdır.
[8] Neftis: Nephthys ya da Nebt-het, Mısır tanrıçalarından biridir. Orta Mısır’da tapınılmaya başlanmıştır
[9] İsis: Greko-Romen dünyasına yayılan eski Mısır dininde büyük bir tanrıçaydı