
Çeviri: Deniz Gökduman
Bir sanatçının – tıpkı Manet gibi – nesnelerin resimsel görünümünü her şeyin üstünde tutuyorsa, natürmorta karşı güçlü bir eğilim duyması elbette doğaldır. Nitekim bu tür, onun tüm eserlerinde önemli bir rol oynar: Kırda Öğle Yemeği’ndeki kadın giysileri yığını gibi ya da Folies-Bergère’de Bir Bar’da dolu içki tezgâhı gibi. Ancak doğrudan doğruya yalnızca bir natürmortu konu alan resimlerinin sayısı da az değildir. Başlangıçta balık, av hayvanları, yiyecek düzenlemeleri ve değerli kaplar gibi konuları Hollandalı ustalar tarzında ve onlara özgü titizlikle resmeder. Zamanla pleinairist[1] eğilimlerini geliştirdikçe, meyve ve bitkilere yönelir ve konularında giderek sadeleşir. Bir kâsedeki birkaç şeftali, bir tahta masanın üzerindeki bir kavun, bir demet kuşkonmaz ya da bir bardakta birkaç çiçek, onun için yeterlidir. Artık eski sanat hatırlatmaları ona yön vermez; ancak doğa, ona şimdiye dek eşi benzeri görülmemiş incelikte renk etkileri sunar. Sanmıyorum ki daha önce, böylesine taze ve canlı renklerle, bu kadar havadar bir derinlikte, bu kadar özgür ama aynı zamanda kararlı ve tek fırça darbesiyle hem biçimi hem rengi yakalayan çiçek resimleri yapılmış olsun.

Burada sunulan Manet’nin eserlerine dair genel bakışın tamamlayıcılık iddiası yoktur. Yalnızca onun üretiminin çok yönlülüğü ve konu çeşitliliği aktarılmak istendi. Ancak, bir başka önemli yönüne – onun gravür ve litografilerine – değinilmeden bu anlatım da eksik kalırdı. Litografilerinden yalnızca altı tanesi bilinir; ancak bunların arasında İç Savaş adlı geniş ölçekli yapıtı yer alır; burada Paris Komünü’nden[2] bir sahne olağanüstü canlılıkla aktarılmıştır. Gravürleri ise daha fazladır. Edgar Allan Poe’nun[3] Kuzgun gibi birkaç şiirini resimlemiştir. 1874 yılında, çoğu kendi tablolarından alınan sekiz gravürlük bir portföy yayımlar. Daha sonraki yıllarda da, pleinairist resimlerinin zengin ton yelpazesini siyah ve beyazın sade diliyle aktarma işine özel bir ilgi gösterir. Yumuşak geçişler olmaksızın, geniş parlak yüzeyleri kısa çapraz taramalarla işlenen gölgelerle yan yana getirerek yoğun bir ışık etkisi elde eder.

Manet’nin eserlerine dair bu kısa gözlem, onun öneminin yalnızca pleinairist problemin çözümüne indirgenemeyeceğini açıkça ortaya koyar. Onun sanatından çağdaş sanat dünyasına geçen etkiler ne kadar önemli olursa olsun, bizi en çok etkileyen şey öncülüğü değil, yalnızca ona özgü ve ne öğretilmesi ne de aktarılması mümkün olan sanatsal kişiliğidir. Bu bireysellik, belki de en açık biçimiyle, henüz geleneksel okul teknikleriyle çalıştığı ilk dönem eserlerinde görünür. Zira tam da bu bireysel özellik, ona görünen dünyanın sınırlarını genişletme yetisini kazandırır. Başkalarının etkisinden ilham alsa dahi, eserlerine kattığı şey, doğadan aldığına kıyasla çok daha azdır. Manet’nin büyüklüğü, açık havada resim yapma tekniklerinden çok, doğaya karşı duyduğu güçlü, sağlıklı bakış açısında yatar. Keyfi bir renkçilikle ya da zayıf fikirlerle dolu sanata karşı, Manet’ye tekrar tekrar ve artan bir vurguyla işaret etmek gerekecektir. Zira gerçek bir özgünlük de, tıpkı gerçek ilerleme gibi, yalnızca natüralizmin zemini üzerinde gelişebilir. Bu, başkalarının başarılarını yalnızca tekrar eden zayıf sanatçılardan uzak durmanın en sağlam yoludur. Elbette bu noktayı, natüralizmi yalnızca dış görünüşün fotoğraf benzeri taklidi olarak görenler anlamaz. Oysa sanatta natüralizm, doğanın sanatsal olarak kavranmasıdır.

Her sanatsal doğa betimi, sanatçının kişisel algısına yapılan bir çeviridir. Duyarlılığı ne kadar güçlüyse, gördüklerini resmetme gücü de o kadar canlıdır. Ancak bu kişisel bakış, bir betimi gerçekten sanat eserine dönüştürür. Oysa halk arasında “doğaya en sadık” diye beğenilen, ama yalnızca sıradan görsel alışkanlıklarla örtüşen sözde benzerlikler kadar cansız ve sahte hiçbir şey yoktur. Hiçbir şeyi hayal gücüne bırakmayan, her ayrıntıyı sıkıcı bir titizlikle aktaran bu işler, geniş kitlenin doğuştan gelen tembelliğine hitap eder. Oysa gerçek sanat – natüralizmi bir araç değil, amaç olarak gören – izleyiciden, yaratıcının özgün bakışını kendi zihinsel etkinliğiyle tamamlamasını talep eder.
Manet, doğayı sanatsal olarak canlandırma yeteneğine ender rastlanan bir düzeyde sahiptir. O, Zola’nın[4] ünlü tanımına da ilham kaynağı olmuş olabilir: “Sanat eseri, bir sanatçının mizacı aracılığıyla görülmüş doğadan bir köşedir.” Manet’nin mizacı bütünüyle resimseldir; doğayı hep bir ressam olarak görür. Renkli görüntünün özünü olağanüstü bir isabetle yakalar; çizime aynı özeni göstermez. Ne bıraktığı ne de öne çıkardığı şeyler, doğayı nerede sadeleştirdiği, nerede ise en ince ayrıntıları abartıya kaçmadan vurguladığı unsurlar, onun resimlerinin daimi cazibesini oluşturur. Resimleri hem doğrudan bir eskiz tazeliğine sahiptir hem de tamamlanmış bir tablo bütünlüğünden yoksun değildir. Görünürde çabasız gibi duran doğa gözlemleri, onun elinde tabloya dönüşür. Her zaman gördüğü gerçeklikten yola çıkar; bu gerçeklik onun seçici bakışı, renk duyarlılığı ve düzenleme zevkiyle bir sanat olayına dönüşür. Bu nedenle resimleri gerçek bir üsluba ulaşır. Çünkü üslup ile natüralizm birbirine zıt değil, aksine yakından ilişkilidir. Üslup, dışarıdan dayatılan bir şey değildir; ne keyfi renk kullanımıyla ne de kurgusal çizgisel şemalarla ilgilidir. Her stilize etme çabası, aslında üslup yaratmaz. Üslup, doğal bir biçimde, doğayı natüralist bir yaklaşımla yeniden üretme sürecinden doğar. Donatello[5], Rembrandt[6], Velázquez[7] ya da Manet de, eserlerinde “üslup” meselesini bilinçli olarak hiç düşünmemiştir. Onların amacı, doğaya olabildiğince yaklaşmak olmuştur; ama biçimsel araçlarda değil, görünümün bütününde. Önemsizi elemek, belirleyici olanı vurgulamak: Bu hem üslubun hem de natüralizmin özüdür.
Teknik açıdan ise Manet, neredeyse hiçbir zorluk tanımaz. Resmetme tarzı olağanüstü bir özgürlük ve güzellik taşır. Ama bu anlatım güzelliği asla kasıtlı değildir ve hiçbir zaman gerçekliğin zararına işlemez. Renk tonlarının en küçük farklarını kesin biçimde gözlemlemesi ve fırçasının bu niyetlere kusursuzca uyması, bu güzelliği kendiliğinden ortaya çıkarır. Ne anlatım uğruna renkten ödün verir, ne de amaçlarına ulaşmak için renkleri zorlar. Hep ilk seferde doğru olanı bulmuş gibi görünür. Renk, fırçasından akıp gider; gölgelerde berrak, aydınlıkta ışıl ışıldır. Bu, Frans Hals’ta[8] hayranlık duyduğumuz türden egemen bir resim tekniğidir.
Görünüş dünyasını taze ve güçlü biçimde yansıtabilmek, onun büyüklüğüdür. İçsel heyecan ya da şiirsel esin arayan biri, Manet’de bunu bulamaz. Ancak resimsel algıya sahip bir göz için onun eserleri, saf sanatsal zevkin tükenmeyen bir kaynağıdır. Nasıl ki bu resimler doğaya duyulan sevinçle doğmuşsa, aynı şekilde izleyicide de yalnızca bu görünüm aracılığıyla sevinç uyandırmak ister.
Manet, elli yaşında öldü; oysa yaratıcı ruhların ancak tam özgürlüklerine kavuştukları bir yaştı bu. Muhtemelen son sözünü henüz söylememişti. Büyük dekoratif etkiyi hedefleyen tüm ressamlar gibi o da büyük tuvaller yerine duvar yüzeyleri isterdi. Yeni inşa edilen Paris Belediye Sarayı’nda bir salonun kendisine resimlemesi için verilmesini istemişti; önce oyalandılar, sonra yanıt bile vermediler. Oysa Manet’nin istediği şey, Paris’in evinde Paris’in yaşamını resmetmekti; gözlerinin önünde olup bitenleri olduğu gibi aktarmaktı. Tufan öncesi tarih resmini alaya alırdı; onun tanrısı Cuvier[9] idi. Ona göre tarih resmi, yaşanmış hayatın tasviridir. Yalnızca doğrudan gözlemleneni, tanıklık edileni aktarmak, izleyiciye de aynı gerçeklik duygusunu verir. Ölümünün ötesine uzanan planlarında bile, gençliğinde benimsediği şu düşünce hâlâ canlıydı: Ne başkalarının görmek istediklerini, yalnızca gördüğünü resmetmek.
Bir kez doğru olduğuna inandığı şeyin ardında inatla durması, hem kişiliğine hem sanatına sarsılmaz bir bütünlük kazandırır.
Dostlarının mezarına onu uğurlarken söyledikleri sözleri, bugün onun tarihsel etkisini daha iyi kavradığımız bu noktada biz de yineleyebiliriz:[10]
Manet et manebit / Manet kalacak.
[1] Açık havada resim yapan sanatçı.
[2] Paris Komünü: 18 Mart’tan 28 Mayıs 1871’e kadar Paris’te iktidarı ele geçiren bir Fransız devrimci hükümetiydi.
[3] Edgar Allan Poe: (19 Ocak 1809 – 7 Ekim 1849), şiirleri ve kısa öyküleriyle, özellikle de gizem ve korkunçluk içeren öyküleriyle tanınan Amerikalı yazar, şair, editör ve edebiyat eleştirmeniydi.
[4] Émile François Zola: (2 Nisan 1840 – 29 Eylül 1902), Fransız yazardır.
[5] Donato di Niccolò di Betto Bardi, kısaca Donatello: (1386 – 13 Aralık 1466), Floransalı Rönesans öncüsü heykeltıraş.
[6] Rembrandt Harmenszoon van Rijn: (15 Temmuz 1606 – 4 Ekim 1669), tek adıyla Rembrandt bir Altın Çağ ressamı,baskı sanatçısı ve çizerdi.
[7] Diego Rodríguez de Silva y Velázquez: (6 Haziran 1599 – 6 Ağustos 1660), İspanyol ressamdır.
[8] Frans Hals: (d. yaklaşık 1580 – ö. 26 Ağustos 1666), Hollandalı portre ressamıdır.
[9] Jean Léopold Nicolas Frédéric, baron Cuvier: (23 Ağustos 1769 – 13 Mayıs 1832), daha çok bilinen adıyla Georges Cuvier Fransız bilim insanı, doğa bilimci, zoolog ve devlet adamıydı
[10] Tschudi, H.v. “Édouard Manet”, (1901), Bruno Cassirer, S.38-46, Berlin