
IV. Şantaj Hikâyesi[1]
Çeviren: Deniz Gökduman
— «Sizi seviyorum ve size ait olmak istiyorum. Bir dâhi, en içten hayranlarından birini geri çeviremez. Hayatımda büyük talihsizlikler yaşadım. Aldatıldım, iftiraya uğradım, zulme maruz kaldım. Her şeyden bıkmıştım ve ölmek üzereydim ki sizi gördüm. — Kim olduğumu öğrenmeye çalışmayın.»
«Sizi sık sık gördüm, ama siz beni tanımıyorsunuz. Hatta asla tanımayacaksınız.»
«Sadece size yazmak istiyorum. Tüm talihsizliklerime rağmen size hâlâ iffetli bir kalp ve ruhsal bir bakirelik sunuyorum… Utanmadan size bir itirafta bulunuyorum ve siz bunu hoş karşılayacaksınız. Sadece mektuplarımı kabul edin ve bazen cevap verin…»
Bunun gibi dört sayfa doluydu.
Kâğıt ince ve ipeksiydi, zarf ise hoş kokuyordu: — Kadının parfümü, uzak mesafeden insanı okşayan bir tür dokunuş gibidir, asla etkisini kaybetmez.
Courbet, şakayık gibi kızarmıştı ve ensesini kaşıyordu. Hafızasında, bu muhtemelen güzel, kesinlikle genç olan ve ona iffetli bir kalp ile ruhsal bakirelik sunan bu dostunun yüz hatlarını boşuna arıyordu.
Bu histerik aşk mektubunu iki üç arkadaşına okudu. Ne düşünmeliydi?
— Karşında bir entrikacı var. Dikkatli ol. Sakın cevap verme.
— Doğru söylüyorsun, dedi ressam. Bu iş burada kalır. Ayrıca, yazmak da çok eğlenceli bir şey! Küçük hanım postayı bekleyebilir. Ona fazla teselli getirmeyecek.
Bir kutu bira daha getirildi ve olay unutuldu.
Üç ay geçti.
Bir gün fark edildi ki, Courbet’in ruh hali değişmişti. Hüzünlüydü. Keyifsizdi. Derin iç çekişlerle, zaman zaman hayali ya da uzakta bir varlığa söylenen küfürlerle doluydu. — Sorguya çekildi ve itirafta bulundu.
Aşk mektubu gerçekten de adresine ulaşmıştı: Yazmaktan nefret eden Courbet, yalnızca cevap vermekle kalmamış, doksan gün içinde altmış iki mektup yazmıştı.

Bu uzun düzyazı yığınlarını şimdi geri almak gerekiyordu.
Sevgili, başlarda melek gibi itiraflar yaparken, sonunda biraz yardım istemeye başladı. — Hiçbir zaman bir ruhsal bakirelik bu kadar ucuz fiyatla rehin bırakılmamıştı!
Bu yardımlarla yetinmeyip sevgilisi Gustave’tan çok önemli bir iş için yardım istedi.
Sözde çok kişi tanıyordu; bir tesadüf — ki bu tesadüf onun deyimiyle kaderdi — eline bir el yazması geçmişti; bu yazı bir dâhiye aitti, — hangisi olduğu asla öğrenilemedi. — ve artık onun mülkiyetindeydi; bir yayıncı bunu satın alırsa, iyi bir ticari iş yapmış olurdu ve bu sayede ruhsal bakireliğine de büyük bir iyilik yapılmış olacaktı.
Courbet’nin sevdiği yayıncılar mutlaka vardı. Birine bir not göndermesi yeterdi. Kitap kesin kabul edilirdi.
Çocuk gibi saf ve âşık gibi aptal olan Courbet, bu tuhaf el yazması komisyoncusuna talimatlarını gönderdi.
X*** adlı arkadaşını görmeliydi, ona söz konusu eseri vermeliydi ve ondan üç bin frank istemeliydi.
X*** hiç tereddütsüz bunu yapardı, hem de tertemiz parayla.
Courbet bu işi çoktan unutmuştu ki, bir gün sevgilisinden garip bir mektup aldı: Kendisine «bir el yazması teslim ettiği ve bunu bastırma sözü karşılığında üç bin frank borçlandığı» yazıyordu.
Hemen ödemezse, bir gün, belki birkaç gün sonra, gazetede ondan gelen altmış iki mektuptan bir ya da birkaçını okuyabilirmiş!
İşte Courbet’nin neden hüzünlü ve keyifsiz olduğu, neden hayali birine sövüp saydığı buydu.
Bir başkası için bu iğrenç talep karşısında çözüm çok net olurdu.
Bu kadın doğrudan savcılığa teslim edilmeliydi.
Ama ne yazık ki, kurnaz olduğunu zanneden Courbet meseleyi kendince çözmek istedi. Üstelik çözüm oldukça basitti. Hiç tereddütsüz uyguladı.
Söz konusu yazışma arkadaşını Ornans’a çağırttı!
Gelen, düz yüzlü, sakar yapılı, çekici olmayan ama çok becerikli küçük bir kadındı. Dediği gibi, gerçekten de çok kişi tanıyor olmalıydı.
Özel bir alanda ustalaşmıştı. Uzmanlık alanı: Ünlü erkekleri kandırmak. — Yöntemleri pek değişmezdi, ama bunları sonsuz varyasyonla çeşitlendirirdi. Genelde ünlülere âşıktı.
İşe ani bir aşk ilanıyla başlardı; sonra, belli bir nemfomani eşliğinde, etkileyici davranışlarla devam ederdi. Sinir krizi geçirmekten, Abélard karşısında Héloïse’in kendinden geçişine kadar, her şey ona uygundu. Kıskançlık sahnesi ise en büyük başarılarından biriydi.
Rolünü, doğumdan dokuz ay sonra yaşanan oyunların içsel çözümüne kadar sürdürebilirdi, beline sarılmış havlularla, uygun solgunluklarla ve özellikle — para arzularıyla.
Zavallı ressam ondan nasıl kurtulacağını bilemiyordu.
Bu tür duygusal bağlar, onu her defasında, sindirimden bitap düşmüş bir boğa yılanının hâline sokuyordu; böylesi bir kadına ne yapabilirdi?
Seine’li hanımefendi onu hiç yalnız bırakmıyordu. Courbet bir arkadaşını ziyaret ettiğinde, sadece perdeyi kaldırması yeterliydi; sokağa baktığında onu geçerken görürdü. Kapıda nöbet tutuyordu, dışarı çıktığında onu yakalamaya kararlıydı.
Balayının son çeyreğinde, kendisinin Korsikalı olduğunu ve İspanya’da yetiştiğini söyleyen hanımefendi, gerçekçi ressama yakında bir Brezilyalı — çocukluk arkadaşı — ziyaret edeceğini duyurdu.
Söz konusu Brezilyalı, çok kibar, pek bronzlaşmamış, kendine has tavırlara sahip bir adamdı.
Aynı otelde yerleşti. İki odaları yan yanaydı. Pencereler köprüye bakıyordu. Kurulum kusursuzdu.
Yemekler hoşuna gidiyordu, üstelik ödemeyi Courbet yapıyordu.
Bu Emile Balosu kaçkını için ne tatlı anlar! Adeta bir soylu gibi muamele görüyor, kafasına geçirdiği silindir şapkanın, bir zamanlar kat kat ve tavan arabalı kasketin yumuşak yapısını ezen tümseklerine eziyet etmesine sabırla katlanıyordu.
Artık üç bin franktan söz edilmiyordu. Altmış iki mektup hâlâ sahibine dönmemişti.
Durum uzayıp gidiyordu, Brezilyalı için gayet hoştu bu tabii, çünkü ressamın iyi kalpli olduğunu düşünüyor, onunla dost olmak istiyordu.
Ne var ki, bir gece Courbet, gece kuşu gibi biraz hava almak için köprüye çıktı.
Otelin pencerelerine göz attı ve içerideki ışıkların gidip gelmesini, silüetlerin hareketini fark etti; bu da şüphelerini doğruladı. Yukarı çıkma gereği duymadı…
Arkadaşları ona baktılar. Komiseri uyardılar. Âşık ve Brezilyalı, Engizisyon’un bazı zindanlarının bulunduğu eski bir İspanyol kenti olan Besançon’a gönderildiler
Gerçekçi ressam içinse, o günden sonra artık yüksek sesle şöyle diyordu: Artık her şeyden bıktım.
Güzel oyuncu, birkaç ay hapis yattıktan sonra Lantier ile birlikte Paris’e döndü..
Şanzelize’de, aşk malzemeleri üzerine özel bir dükkân açtılar; annelerin çocuklarını getirebileceği bir yerdi bu — tabii bazı yaşlı hovardalardan koparılacak iyi bir ücret karşılığında. Adalet her şeyi ortaya çıkardı. O zamanlar oldukça iyi işler yapan dükkân kapatıldı.
Kurucuları ise bir koloni hapishanesinde emekliye ayrıldılar, — hâlâ orada oldukları söyleniyor.
[1] Bu yazı E. Gros-Kost’un, 1880 yılında yazdığı “Courbet Souvenirs in Times” adlı kitabın 4. bölümü olan “Historie De Chantage”ın çevirisidir. Cervaux, Libraire-Éditeur