E. Gros-Kost: Courbet Zamanındaki Anılar – 5 (Ressam)

Share Button
Gustave Courbet, Ornans Yakınlarında Manzara, (yaklaşık 1865), T.ü.y.b. 78 cm x 126 cm. Varşova Ulusal Müzesi

V. RESSAM[1]

Çeviren: Deniz Gökduman

Besançon’daki Père Fessier’nin birahanesindeydik. 

— O da öldü, zavallı Père Fessier! 

Mart birasından soğuk bir kutu içerken, uzun pipolarımızı tüttürüyorduk.

Courbet, o gün keyifsizdi. 

Akşamı, aniden ve nedensizce, göğsünüze katıksız bir katır tekmesi gibi inen o huysuz çıkışlarından biriyle açtı. 

Bu bize yetmişti; hemen anlamıştık. 

Ona bir şeyler eksikti: esnek bıçağı, bir tuvali ve boyaları… İlhamı üzerindeydi. Ne var ki, atölyesi Ornans’daydı; o ise oradan altı fersah ötede, bir meyhanedeydi. Çalışmaya niyetliydi ama bunu gerçekleştiremiyordu.

Sohbet, artık ona hitap etmeyerek, diğer arkadaşlar arasında hararetle devam etti. Yine de göz ucuyla onu izliyorduk.

Uzun bir süre dalgın kaldıktan sonra, aniden kolunu uzattı. Yumruğunu biranın bulunduğu kutuya daldırdı. 

Saat sekiz sularındaydı. Garson, gaz lambalarını yeni yakmıştı. Birçok müşteri piposunu söndürmüş, akşam yemeğine gitmek üzere kalkmıştı. Dumanlar dağılmaya başlamıştı. 

Courbet, bira ile ıslanmış yumruğunu kutudan çıkarıp dirseğini kaldırdı, işaret parmağını sertçe doğrultarak, tertemiz ve kuru meşe masanın üzerine çizmeye koyuldu.

İki parmak hareketiyle bir fil çizdi. 

Üç el hareketiyle bir vadi taslağı oluşturdu. 

Ardından bir nehir, sonra çalılık kayalıklar ve nihayetinde buharlaşma nedeniyle anlamakta zorlandığımız garip bir yapı çizdi. 

Masanın bir ucundan diğerine, yüzeyini girift motiflerle süslemeye devam etti. 

Eser buharlaşıp yok olduğunda, yeniden başlıyordu. 

Biri ona kimyonlu, sıcacık bir dağ sosisi bizi bekliyor demese, gece boyunca kendini bu işe kaptırmış halde kalacaktı.

Gustave Courbet, Maizières Yakınındaki Manzara, (1865), T.ü.y.b. 50 cm x 65 cm. Yeni Pinakothek Müzesi

Bir başka sefer, Maizières’deydik. 

Yemeğin ortalarında, sessiz kalmış olan Courbet peçetesini katlayıp kalktı. Tatlıya kadar kimse onunla ilgilenmedi.

Ekim ayına özgü, ağır bir akşamdı; ceket ve yelek çıkarılıp, gömlek kollarıyla kapı önünde hava almak en büyük mutluluktu. 

Bahçeye çıktık.

Ressam, elinde piposu, bir meşeye yaslanmıştı. Gözleri iri, sabit bir şekilde bakıyordu. 

Güneş yeni batmıştı. Peyzaj koyu tonlara bürünmüştü. Adeta dev bir kara kalem çalışması gibiydi. Gautier’ye cevaben, karanlık bir senfoni. 

Courbet, ışığın sönmesiyle nesnelerin geçirdiği dönüşümü inceliyor, yeni tabloları için yeni gözlemler topluyordu.

Yanına yaklaştık. 

İlk sözü, nehrin kenarında vıraklayan kurbağaların sesinin ne kadar berrak ve titreşimli olduğunu söylemek oldu. 

Ardından, en sevdiği konuya geçti: renk meselesi üzerine uzun uzun konuştu.

Daha koyu tonuyla diğerlerinden ayrılan küçük bir bulutu gösterdi. Bize, bu bulutun kenarlarına dikkat etmemizi söyledi ve dakikadan dakikaya, bu kenarların çevredeki sisle bütünleşmeden önce aldığı çeşitli tonları, hayranlık uyandıracak şekilde anlattı. 

Diğer nesneler için de aynı şeyi yaptı. 

Rastgele bir nesne —bir ağaç, eski bir ev— seçip, kısa bir sürede, biz zavallı beyinlerimizin hayal edemeyeceği birçok dönüşümü gözler önüne serdi.

Birkaç damla yağmur düştü. İçeri döndük. O zaman bize şöyle dedi: 

— Artık neden bu bayağı ideali öldürmek istediğimi biliyorsunuz.

Yüzeyde önemsiz gibi duran bu iki anekdotu not düşüyoruz. Ancak düşünenler, onun sanata duyduğu sevginin izlerini bu satırlarda görebilir. 

Zira sanatçılardan nefret ettiğini iddia etmesine rağmen, kim onun kadar sanatı sevmiştir?

Yirmi yaşında ölen bir oğlu olmuştu. 

Evli olmadığı bir kadından dünyaya gelen bu çocuk, yasalara göre meşrulaştırılamazdı. Pater est… mi? Devamını evliler bilir. 

Ona soyadını veremediği için, dehasını miras bırakmak istemişti. 

Oğluna resim yapmayı öğretti. 

Genç adam öylesine çok çalıştı ki, bir gün babası arkadaşlarına hayranlıkla şöyle dedi: 

— Artık ona öğretecek hiçbir şeyim kalmadı.

Boş vakitlerinde sanatla ilgilenen yetenekli bir kişi olan Doktor Colin’e göre, bu genç parlak bir yazar olabilirmiş. Ancak bu bir yanılgıydı. 

Yazar mı? Babası neredeyse onu reddederdi! 

O zaman onu okumak zorunda kalırdı! — Oysa peyzaj ressamı olması çok daha yerindeydi.

Neo-klasikler hâlâ doğuştan gelen bir dahi fikrine inanırlar. Onlara göre, insan hâlâ şair doğar. Oysa yanılıyorlar. 

Kimse şair doğmaz: hissederek, yaşayarak, çalışarak şair olunur. 

Resim için de durum aynıdır.

Courbet, çizimi küçümsediğini söylerdi. Oysa çizimle en fazla ilgilenenlerden biriydi. 

Louvre’daki bir Rembrandt tablosunun başını hayli ağrıttığını anlatırdı. 

Onu defalarca kopyaladı, ilk başta o mükemmel doğruluğu yakalayamıyordu. Bu zorluk onu yıldırmadı. 

Memnun kalmayınca tekrar başlardı. 

— Zor oldu, derdi; ama başardım. Rembrandt kadar iyi yaptım. 

Buna inanıyordu — ve bu doğruydu.

Doğaya duyduğu saygı, adeta bir tapınma düzeyindeydi. 

Kimi zaman sert ve paradoksal olsa da, meslektaşlarının kıskançlıkla eleştirdiği bu realizm, bazı durumlarda büyük bir incelik barındırıyordu.

Ölüm döşeğindeyken, dostları ona bir sepet meyve göndermişti. 

İsviçre’deki o korkunç mevsimde, sokaklarda yığınla kar, bacalarda sürekli uğuldayan rüzgâr vardı. 

Bir ev hanımının özenle sakladığı bu meyveler, Courbet’nin gözlerinden yaşlar dökmesine neden oldu. 

Bu güzel doğadan göreceği son şeylerdi.

Titreyen elleriyle meyveleri aldı. 

Onlara uzun uzun baktı, tadına bakmaya cesaret edemedi. 

Tam o sırada, birkaç genç kız ve annelerinin ziyarete geldiği haber verildi. 

Onları yüzünde bir tebessümle karşıladı. 

Genç kızlar güzeldi. Ressam, ölmesi gerektiğini düşününce duygulandı. 

Ağaçlardan, kayalardan sonra, kadın da onun için her şey değil miydi? 

Neden artık resim yapamıyordu? Son portrelerini çizebilirdi.

Birkaç gün önce vücudundan sıvı alınmış, yataktan kalkması yasaklanmıştı. 

Kadınlar ayrıldığında, onları geri çağırdı. 

Onlara veda etmek istiyordu. Gözleriyle, duvarda olmayan bir tabloyu onlara armağan etmek istercesine aradı. 

Ama sonra fikrini değiştirdi. Yanında daha değerli bir şey vardı… 

Meyveleri genç kızlara dağıttı.


[1] Bu yazı E. Gros-Kost’un, 1880 yılında yazdığı “Courbet Souvenirs in Times” adlı kitabın 5. bölümü olan “Le Peintre”ın çevirisidir. Cervaux, Libraire-Éditeur

Share Button

Yorumlar kapatıldı.