E. Gros-Kost: Courbet Zamanındaki Anılar (VIII. KAVGALAR)

Share Button
Gustave Courbet, Konferanstan Dönüş, (1863), T.ü.y.b. 73 cm x 92 cm. Basel Sanat Müzesi

VIII. KAVGALAR[1]

Çeviren: Deniz Gökduman

Mavi dudaklar ve derideki morluklar, halkın hoşuna giden iki şeydir.

Şarap lekesi ve morarma, en güçlü ve en cesur olanları gösterir.

Bundan ötürü, sürekli sarhoşluklar ve sürekli kavgalar yaşanır.

Courbet, halkın içinden gerçek biriydi. Bununla övünürdü ve haklıydı.

Şaraptan çekinmezdi; ama dayağa daha az yatkındı. Bir kadeh dolusu içki ona bir yumruk dövüşünden daha cazip gelirdi. Yine de gerekirse dövüşürdü.

Hiçbir karakter, tartışma çıkarmak konusunda onun kadar yetenekli olmamıştır.

Kendi eserlerine abartılı övgüler düzerken başkalarının işlerini acımasızca eleştirdiği gürültülü tevazusu, dinleyenin kafasını hemen karıştırırdı.

— Dinleyen biraz olsun karşılık verirse, kaybederdi.

Ressam bir anda kendi övgüsünü keserdi.

Öfkesini içine gömerdi; onu tanıyanlar için bu sessizlik tehlikeliydi.

Karşısındakine konuşma fırsatı verirdi. Dinlerken, kurnaz gözlerini yuvarlar, iri omuzlarını yavaşça sağa sola sallar dururdu. Sonunda beklenen söz gelir ve saplanırdı.

Keskin, acımasız ve zehirli bir laf, uzun süre sessiz kalan zavallı adamı tam kalbinden vururdu.

Courbet’nin elinde epigram (taşlamalı söz) ustalıkla kullandığı bir mızrağa dönüşürdü.

Bazen öyle sert bir laf ederdi ki, hazırlıksız yakalanan kişi ne diyeceğini bilemezdi; geriye tek bir şey kalırdı: ayağa kalkıp vurmak. — Nitekim bir keresinde öğrencilerinden biri kafasına bir şişe geçirmişti…

Bir gün, fazla konuşmanın bedelini ağır ödedi. Oldukça tatsız bir olaya karıştı.

En ateşli destekçilerinden birini kaybetti. — Bu olayı hâlâ unutmamış bulunuyoruz.

M… tablo koleksiyonu olan zengin bir sanatseverdir.

Galerisinde Courbet’nin fırçasından çıkmış çok sayıda tablo bulunuyordu. — İnsan bir esere hayranlık duyarken, aynı anda onun yaratıcısına da bir sempati hissetmeden edemez. — M… ile realist ressam Courbet, böylece iki dost oldular.

Courbet, sık sık N… adlı küçük kasabaya gidiyordu. Orada, sanatsever dostundan en sıcak ve cömert misafirperverliği görüyordu.

1872’de özgürlüğüne kavuştuğunda, Franche-Comté’ye dönerken M***’den bir davet aldı. — Courbet, Doubs bölgesinden eski bir milletvekili ve öğrencilerinden biriyle birlikte N…’ya doğru yola çıktı.

Tam da yemek saatine uygun bir vakitte vardılar.

Masa hazırlanmıştı. Şarap açılmıştı. Yolcuların iştahı kabarmıştı.

— Her şey keyifli bir akşamın habercisiydi.

Ne yazık ki bu şölen için bir konuk fazlaydı.

M. M*** tarafından davet edilen konuklardan biri de bir Garibaldici kaptandı.

Courbet’nin tam karşısına oturmuştu — ciddi, katı ve disiplinli biriydi — yemeklerden büyük keyif alıyor ama realizme pek ilgi göstermiyordu.

İlk bakışta bu iki adam arasında gizli bir düşmanlığın doğduğu belliydi. Neden?

Siyasi nedenlerle değildi. Garibaldici bir kaptan, bir eski Komün üyesine düşmanlık beslemezdi.

Sanatsal tercihler yüzünden de değildi, çünkü bu savaşçı bu konuda bir iddiada bulunmaya niyetli görünmüyordu.

Bu daha çok, birbirini hiç tanımayan iki insan arasında birdenbire beliren, açıklanamaz, anlık bir antipatiydi.

İlk lokmalar alındıktan, ilk kadehler içildikten sonra dudaklar silinip sohbete başlandı.

Garibaldici adam, savaş anılarını anlatmak istedi. — Bu beklenen bir durumdu. Herkes ciddiyet takındı. Dinliyor gibi göründüler.

Savaş sırasında çok çetin çatışmalara girmişti!

Eğer tüm Prusyalılar yerle bir edilmediyse, bunun sebebi onun tavsiyelerine kulak verilmemesiydi.

Loire kıyılarına gitmişti. Doğu cephesinde savaşmıştı. Nuits Muharebesi’nde kahramanca davranmıştı.

Kendisine nişan verilmesi gerekiyordu.

Ona bu ödülün verilmemesi apaçık bir haksızlık olurdu.

Lütuflar, düşmanın sadece arkasını gördüğü bir yığın beceriksiz kişiye dağıtılmıştı; oysa kendisi, Tanrı aşkına, düşmanı her zaman geri püskürtmüştü.

“Moi” (benlik) iticidir. Bunu Montaigne dile getirmiştir.

Yine de, “ben” sözcüğü başkalarının ağzından çıktığında, onu en fazla hor görenler, kendi boğazları da bu “ben”le dolu olanlardır.

İki kibirli insan, birbirinin yüzüne bakamaz, baksa da sinirlenmeden edemez.

Courbet, bir adamın kendini bu kadar övmesini hazmedemiyordu.

Gerçekten de, bu hiç hoş değildi! Böylesi bir kendini beğenmişliğe iyi bir ders verilmeliydi.

Kaptan sözlerini sürdürdü:

— Fransa, benim gücümde birkaç kişi daha bulsaydı, yalnızca yenilmez olmazdık, ayrıca Ren Nehri’nin sol yakasına da sahip olurduk. Askerlerin pek azı görevini yerine getirdi. Hepsi morali bozulmuş haldeydi. Generaller görevlerinin altında kaldı. Bana gelince, açıkça söylüyorum, kendime dair utanacağım hiçbir şey yok. Aksine. Komutanlarım bunu kanıtlayabilir. Gerçek bir Fransız gibi, yiğitçe savaştım. Beni çok değerli bulan Garibaldi…

— Oysa hiçbir değerin yoktu, diye mırıldandı Courbet…

Konuşmacı bir anda sustu. Yüzü bembeyaz kesildi. Az önce hem bir adam olarak, hem de bir asker olarak hakaret mi edilmişti?

Ona hiçbir meziyetin, hiçbir cesaretin olmadığı mı söylenmişti?

Bir sıçrayışla ressamın üzerine atıldı.

O anda yaşanan sahneyi tahmin etmek zor değil. Masa devrilmişti. Doubs eski milletvekili yere yuvarlanmıştı. Öğrenci onun üzerine kapanmıştı. Courbet üçüncü sırada düşmüştü. Tüm bu yığının üstünde Garibaldici vardı. Kaptanın yumrukları, etraftaki kafalara rastgele iniyordu.

Ressam boğazından “Tanrı aşkına!” diye bağırırken boğa gibi kükremekteydi, bir yandan da öfkeyle havaya çifte atıyordu; ama düşmanı bu duruma sadece gülüyordu.

Ev sahibi saçını başını yoluyordu.

Hizmetçiler, mutfağı bırakıp olup biteni seyretmeye gelmişti ama saygıdan hiçbir müdahalede bulunmuyorlardı. Tabaklar yere saçılmıştı, kırılan şarap şişeleri yerde gölcükler oluşturmuştu; dövüşenler adeta bu gölcüklere batmışlardı.

Sonunda, evin hanımı bayıldı.

Ateşkes ilan edildiğinde, neredeyse morarmış olan milletvekili pencereye koşarak biraz oksijen almaya çalıştı. Kavgacıların ağırlığı az kalsın onu boğuyordu.

Öğrenci, hocasını saygıyla yerden kaldırdı.

Garibaldiciye gelince… O çoktan ortadan kaybolmuştu.

Bu sarsıcı olaydan kendini toparlayan ressam, M***’ye dönerek şöyle dedi:

— Bayım, ziyaretim sona erdi. Yarın gün doğarken yola çıkacağım. Bir suikast girişiminin yaşandığı bir evde daha fazla kalamam.

Odası yukarıdaydı ve hemen çıktı.

Odasıyla ev sahibinin odası arasında ince bir duvar vardı.

M** ve Bayan M***’nin yatağı tam bu duvarın diğer tarafındaydı.

Tüm gece boyunca, gözüne uyku girmeyen zavallı kadın, komşu odadan gelen haykırışlarla dehşete düştü:

— Alçaklar! Namussuzlar! Katiller!

Meissonier’in ajanları bunlar!

Beni tuzağa çekip öldürmek istediler. Başımı Versaillais’lere teslim etmek için bir Beni-Zug-Zug’a para verdiler. Şerefsizler! Leşler! Haydutlar! Domuzlar!… Sözde sanatçılar!

Ve her çeyrek saatte bir, dev adamın öfkeyle yumrukladığı duvar titriyor ve sarsılıyordu.

Bu tatsız olaydan sonra, olanların tek sorumlusu olarak gördüğü M*** ile bir daha asla konuşmadı.

Resmini ve sanat anlayışını savunmak için verdiği mücadeleler, onun içinde saldırgan bir ruh hali geliştirmişti. Bu huyu ona pek çok dert getirmişti.

Başka türlüsü mümkün değildi. Saldırılan insan kendini savunur. Oysa savunmanın en etkili yolu karşı saldırıdır. — O da korkusuzca, her yerde ve her zaman, kimi zaman haklı kimi zaman yersiz, çoğu zaman da uygunsuz biçimde saldırıya geçerdi.

Tartışma alışkanlıkları, yenilikçileri özel yaşamlarına kadar etkiler.

Kötü niyetli olmasa bile, istemeden düşmanlar edinirler. — Courbet’nin düşmanı hiç eksik olmadı.

Ornans halkından bazılarının, onunla ciddi çatışmalara girmemek için büyük bir sabır göstermesi gerekmişti. Courbet ise fırtına geçtikten sonra kendini nasıl bir tehlikeye attığını fark ederdi. — O anlarda, biraz gecikmiş olsa da, kurnaz bir ihtiyatla kendini korumaya çalışırdı; bu da onun “medenileşmiş köylü” doğasının kalıntısıydı.

Sözlerinin yakıcılığı korkutucuydu. — Onu aptal biri gibi göstermeye çalışanlar oldu, ama kesin olan şu ki, Courbet Champagne bölgesinden değildi ve onunla uğraşmaya kalkanlar, sonunda fazlasıyla kurnaz ve keskin dilli bir adamla karşı karşıya kaldıklarını anlardı.

Sözlerinden bile çok, fırçası korku salardı. Bunun en iyi kanıtı şu anekdottur:

İsviçre’nin küçük bir kasabasında, bir müezzin ile bir papaz aynı kıza âşıktı…

Bu konuda ne müezzin ne de papaz utanacak bir şey yapmış sayılır. Bir kıza kur yapmak iyidir, hatta kutsaldır. Onu elde etmek ise daha da iyidir.

Genç hanım, tıpkı diğer genç hanımlar gibi, tuhaf ve ilginç bir duruma sahipti: Ne kadar ateşli ve tutkuluysa, bedenî direnci o kadar zayıftı.

Aynı anda bu kara cüppeli iki horozu da memnun etmeye karar verdi – elbette her biri kendini tek ve ayrıcalıklı sanarak.

Her şey, en iyi kiliselerden birinde olması gerektiği gibi yolunda gidiyordu… Ta ki bir felaket yaşanana dek.

Bir gün müezzin sakristiye[2] girdiğinde papazı genç kadınla “gerçekçilik” üzerine konuşurken yakaladı.

İhtiyar adam büyük bir öfkeye kapıldı, bir haçı kaptı ve Tanrı’nın bir nevi kaymakamı sayılabilecek kişiye bütün gücüyle saldırdı. Papaz da bir sandalye kaptı. Kavga başladı. Kiliseye ait tüm mobilyalar darmadağın oldu. Yarım saat sonra, kemikleri kırılmış, giysileri parçalanmış ve burunları Kutsal Cuma’daki İsa’nınkinden beter hale gelmiş olarak çekildiler. Müezzin artık istifa ettiğini varsayabilirdi.

Bu olayın haberini aldığında dünyada en çok sevinen kişi kim oldu dersiniz? — Elbette Courbet.

Kapısının önünde dostlarıyla kahkahalarla bu durumu anlatıyordu ki, papazın kız kardeşi gözyaşları içinde çıkageldi.

Ressam onu atölyesine aldı.

Kadıncağız, boğuk bir sesle ağlayarak Courbet’den rica ediyordu: Lütfen, bu talihsiz sahneyi — zavallı bir papazla bahtsız bir müezzini içine alan bu olayı — tuvaline taşımayacaktı.

Bu ziyaret Courbet’nin hoşuna gitti ve isteneni yapmaya gönüllü oldu.

— Temelde iyi bir adamım, diyordu.

Sonuç olarak, bu olayı resmetmeyeceğine dair söz verdi.

Ve sözünü tuttu. Müezzinle papaz bir şey kazanmış olabilir ama halk, kuşkusuz, çok büyük bir eser kaybetmiş oldu.


[1] Bu yazı E. Gros-Kost’un, 1880 yılında yazdığı “Courbet Souvenirs in Times” adlı kitabın 8. bölümü olan “Batailles”nin çevirisidir. Cervaux, Libraire-Éditeur

[2] Sakristiye (Fransızca: sacristie), Hıristiyan kiliselerinde ayin öncesi hazırlıkların yapıldığı, rahiplerin giysilerini değiştirdikleri, litürjik (ayinle ilgili) eşyaların ve kutsal nesnelerin saklandığı küçük odadır.

Share Button

Yorumlar kapatıldı.