Aşılacak olan yüksek dağlar, balta girmemiş ormanlarsa iyi bir yol göstericiye gerek vardır. Sanatsa Kaf Dağı’nı aşmaktır. Nice balta girmemiş ormanlardan, ucu bucağı görülmeyen kavurucu çöllerden, kırılmamış buzullardan bin bir sıkıntıyla sanata varan dağlardan geçmektir, sanat uğraşı. Ön hazırlıklar bu derece zor ve yorucudur. Damdan düşen bilir; düşmeyen bilmez… Bilenler sanata erişebilir. Kaf Dağı’nı aşmaksa ne dağları, ne de sıradağları aşmaya benzer. Yol göstericinin de çok birikimli ve çok özel bir donanımının olması gerekmektedir. Özellikle her sanatçı, her yapıt sanatın özel yol göstericisidir. Onların yapıtları sanatta başarmanın örnekleridir. Sanat yolunda ilerlemek isteyenlere yol gösterir. Onların özgün önderliğinde doğru olan erime varılır. Sanatçıların bugün yapılmış oldukları yarına gidecek olan sanatçıların yolunu açar.
Ülkemize baktığımızda kolay yollar seçilmeye kalkılmış. Kolay yollarsa hiçbir zaman sanat için aşılması gereken yollardan geçmiyor. Geçmek isteyene de gerçekten yol göstericiler olmamış. Yol göstericiliğe kalkışanların çoğu kimi bilerek, kimi de bilmeyerek kargalıktan öteye gidememiş. Çoğu zaman kaş yaparken gözler çıkarmışız. Bir yığın gereksiz tartışmalar, söyleşiler yapılarak zaman öldürülmüş. Sanat eğitiminin niteliği de düştükçe düşmüş. Gerçek bir yol gösterici varsa anlayanı pek çıkmamış, anlayanın işine gelmemiş, yok sayılmış; yok sayılmakta. Böyle bir durumda yol gösterici oyunu oynayan kargalar öne çıkıp ortalığı kaplamış. Sanat eleştirmenliği gittikçe daha aydınlatıcı ve nitelikli olması gerekirken yozlaştıkça yozlaşmış. Bir suçlama da olsun istemiyorum. Gücümüz, görüntümüz ve gerçeğimiz bu… Derler ya: “Benim adım Hıdır; elimden gelen budur.” Bir de bu gözle bakıyorum. Hangi gözle bakarsak bakalım sanatla bir türlü istenilen uyum ve ilerleme sağlanamamış.
Daha iyi ve daha ileri gidebilmek için sanat bilinciyle sanata yaklaşmak gerekiyor. Sürekli böyle isteyen yüreğimiz, duygularımız sanattan yana çarpsa da bir türlü işler yoluna girmiyor. Şapkamızı önümüze alıp nedenlerini bulmak, sorunları da çözmek gerekiyor. Oysa yol gösterici konumunda bulunanlar karga gibi o denli çok ötüyorlar ki topluma kendilerini bülbülmüş gibi yansıtmaya çalışıyorlar. Gerçek bülbülün sesini tanımayan toplum da kargaların sesini bülbül sesi sanıyor. Kargalar, karga oldukları anlaşılmasın diye de bülbülleri bulundukları yere sokmadıkları gibi, gördükleri yerde yok etmeye çalışıyor. Böyle büyük bir sorunumuz var. Çözümü de zor değil ama bizler zorlaştırdıkça zorlaştırıyoruz. Bizde sanatta gelinen son nokta bu…
Şarkıcıya, türkücüye, popçuya, göbek dansçıya, baldır bacak gösterenlere “sanatçı” diyen bir toplum nasıl olduysa görsel sanatlarda da buna benzer bir başarı gösterdi. Gördüğünü iyi benzeten her resim yapanı, cicili, bicili; güllü, papatyalı, gelincikli, Boğaz görünümlü, ırmaklı, karlı dağlı resimler boyayan boyacıları da kolay yoldan “sanatçı” yaptık. Okumuşlar üç beş kuruş için herkesin gönlüne göre şerbet vermeye çalışarak okumamışlar düzeyine kolaylıkla düşebiliyor. Okumamışlar okumuşların düzeyine varmak istiyor bir yandan. Sanatta varabildiğimiz düzey buralarda dolap beygiri gibi dolanıp duruyor ne yazık ki. Kendimize göre bir üst düzey daha belirlemişiz. Onlar da “usta sanatçılar” adı altında kaymak tabaka oluşturmuş. Ustalıkları Kapıkule’yi geçmiyor ama ağızlarını açınca da mangalda da kül bırakmıyorlar. En tehlikeli kesim bu… Usta diye yutturulanların çıkardıkları seslerden yol göstericilerimizin usta değil karga olduğunu anlamamızın zamanı çoktan geçti. Çağdaş sanata yakınmış gibi gözüküp çağdaş sanatı çok gerilerden izlemekten öteye gidemeyen bir konumdayız. En büyük sorun da burada yatıyor. Bu sorunları aşmak için bir zamanlar gerçekten de çaba gösterildi. Geçmişe bakıldığında ülkenin çağdaş sanatta yeri olsun diye verilen emeklerin yerini bulmadığına da tanık oluyoruz. Bir yandan Batı’yı geriden izleyen bir yandan da Batıya düşman ellere geçti yol göstericilik.
Dünyanın her yerinden her zaman gerçek sanatçılar çıkar ve çıkmaktadır. Kimi yerlerde yüzlerce kimi yerlerdeyse tek, tük… Biz de bu tek tükün içindeyiz. Bizi alıp ileriye taşıyacak bir güç oluşturmamışız. Götürecek olanları da ülkede barındırmamışız. Böyle yaparak gerçek sanatçıların yol göstericiliğine olanak tanımadığımız sürece de çağdaş sanatı gerilerden izleme konumundan kurtulamayacağız. Başımızdaki kargaların ötüşü ancak bu olanağı sağlıyor. Kargaların çoğunluğu nedeniyle yol göstericiler de kargalar arasından seçiliyor.
Özellikle 1950 öncesine baktığımızda sanat yolunda hiç de kötü bir başlangıç yapılmadığını görürüz. Güzel Sanatlar Akademisi’nin kurulması iyi başlangıcın kendisiydi. Bir süre bocalaması, istenilen düzeye çıkamaması, içinde bulunduğumuz konumun elverişsiz olması nedeniyle olağan görülmeli. Avrupa ve o zamana göre çağdaş sanatın gerisinden gitmesi doğal karşılanabilir. Dünya Kübizm’i yaşarken bizler Osman Hamdi, Şeker Ahmet Paşa’yı yaşadık. Yapılan çalışmaların kendi çağının düzeyiyle ilgisi yoktu. Ressamların birçoğu asker kökenliydi. Kroki çizme dersleri nedeniyle resimle yakınlıkları diğer kesimlere oranla fazlaydı. Krokiyi aşarak daha da resim olan çalışmalara geçmeleri bu nedenle daha kolaydı. Sanatı anlamaksa istenilen düzeyde değildi. Anlamaya çalışanlar da Avrupa’nın geçmişte yaptığı çalışmalarla örtüşüyordu. İnsanlarımız resim olan gerçekçi çalışmalarla da tanışmış oluyorlardı. Güncel sanatta ne olup bittiği bilinmiyordu. Picasso’yu anlamaları da olanaksızdı. Yıllar geçtikçe bunun haklı örnekleri de ortaya çıktı. Güzel Sanatlar Akademisi sanattaki güncelliği yakalamanın aracıydı. Romantizm, İzlenimcilik ve anlatımcılık yerini başka akımlara bırakırken İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Avni Lifijlerde dolaştık uzun süre…
Yaşanılan dönemlerde güncel sanatı yakalamak için çok çaba gösterilmiştir. 1914 öncesi Avrupa’ya öğrenciler gönderilmiştir. Bunlara “Çallı Kuşağı” demekteyiz. Çallı Kuşağı, Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğreticilik görevi sürdürürken Avrupa’ya okuldan öğrenci göndererek yenileşmeye katkı sağlamaya çalışmışlar. Giden öğrenciler daha sonra 1933 yılında D Grubu’nu kurmuşlar. 1934 yılında da bu gruba Turgut Zaim ve Bedri Rahmi Eyüboğlu katılmış. Yirmi yıl boyunca ülkemizde sanatın bir yer edinmesini sağlamaya çalışırken Avrupa’dan getirdikleri bilgilerle yenilikçiliğe soyunmuşlar. Özellikle de Kübizm anlayışı yerleştirmek istenmiş. Oysa Kübizm’i yeniden bulmanın bir anlamı yoktu. Anlamanın anlamı vardı. Tüm bunların ülke sanatı için yararlı olması isteme konusunda içtendiler. Ama bu içtenlik, onları bir köşeye sıkışmaktan kurtaramamış. Ülkede sanatı Batı’nın gerisinden kurtarmak için nitelikli bir Türk Sanatı yaratmaya kalkışınca sorunlar yaşanmış ve işin içinden çıkamamışlar. Batı’ya öykünmeci çalışmalarından bu yolla kurtulma umuduna kapılmışlar. Oysa Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sanatta yeni akımlarla evrensel dili daha da ileriye götürdüler. Bizlerse ulusallığa dönüşü benimsedik. Bu konuda sayısız söyleşi ve yazılarla yanlışı iyice kökleştirmeye çalıştık. Böylece o yıllar yitip giden yıllar olmaktan öteye gidemedi. Ulusal kimlik diye ortaya konulan çalışmalar da evrenselleşemedi. Yol göstericilikleri de kargalaştı. Çünkü; sanatta burnumuz sanatın gerisinden çıkıp çağdaşlıkla buluşamadı.
Daha sonraki yıllarda da Avrupa’ya çok sayıda öğrenci göndermiş olsak da ülkede sanattan anlayan hemen hemen yok diye onlar da işin kolayına kaçıp yenilikçi olmak, özgünleşmek yerine öykünmeciliği seçtiler. Onlar da ülke sanatında yol gösteren kargalar oldular. İşin en acı yanı da çok konuştular ama konuştuklarıyla bağdaşmayan, evrensel sanattan uzak çalışmaları yutturmaya kalkıştılar. Bugün de bunu yaşamaktayız. Yaşamaktayız diyorum, bu yaklaşım öylesine kabuk bağlamış ki kafalarını çıkarıp da ülkedeki gerçek anlamda çağdaş ve evrensel çizgide yol alanlarımızı da görememektedirler. Yol almak isteyen sanatın yeni adaylarına da destekleyici yetiden yoksun durumdalar. Diğer anlamda kurdukları düzen içindeki huzurlarının bozulmasını da istememektedirler. Sanatla çatışmalı oldukları için gerçek sanatçılarla da çatışma içindeler. Gelişmiş bir ülkede olsa vızıltı bile sayılmazlar. Oysa bizde zehirli yılan gibi sokarak doğru yolda gidenleri de engellemeye çalışıyorlar. Bizim ülkede bir anlamda etkili olma gücünü koruyarak yeteneksizliklerinin anlaşılmasını istemiyorlar. Birçok kurum ve kuruluşlarda etkili olmayı sürdürerek sanattaki gerçeklerin anlaşılmamasından yanalar. Karga olan kılavuzlarla nereye dek gidebiliriz ki?…
Not: Siz okuyuculara günümüzün görsel sanatlarından örnekler sunarak karşılaştırmalarda kolaylık olsun istedim.