Sosyolog & Sanat Yazarı ozgenyil@gmail.com
Nesnenin yaşamla kurduğu ilişki ancak insanın onu doğrudan ya da dolaylı olarak tecrübe etmesiyle anlam kazanır. Aksi durumda onlar yalnızca uzamda yerini almış anlamsız şey’ler olarak varoluşunu sürdürür…
Şey’ler insan zihninde yorumlandığı ve anlamlandırıldığı ölçüde insanın yaratma çabasıyla bir forma kavuşur. Bu özel pratik, nesne odaklı hacimsel bir varlık gösterebildiği gibi nesnenin dışında kavramsal olanla ilişkisi bağlamında da ortaya çıkar. Yaratı süreci, şey’lere atfedilen form –dışı ideolojik/düşünsel dolayısıyla kavramsal olanla ilişkisi bağlamında nesnenin sanat yapıtına dönüşmesiyle anlam kazanır. Sanatçının konumu ise yaratı sürecinde nesneye bulunduğu özel müdahalelerle ona bir kontekst sunmasıyla varlık kazanır. İnsanın doğayla olan bitmez tükenmez mücadelesinde Tanrı olgusunu yerinden edebilecek yegâne konumdur sanatçının varoluşu. Düşünce ya da nesne, sanatçının yaratım gücüyle birlikte yaşamın içine nüfuz eder. Estetik temsili bu noktada çok karmaşık ve uzaklarda aramanın bir anlamı da yoktur aslında…
Sanatçı Şakir Gökçebağ, sanat yapıtlarında evreni bir matematikçinin gözüyle geometrik formlar olarak bölümler. Çevrenizde olan, her an temas ettiğiniz işlevsel ancak sıradan nesneleri, yaşamın genel geçer kontekstinden azat eder. Onların bir şekilde bağlı olduğu ya da kaderine terk edilmiş varlıklarına Tanrı olgusuyla, yeniden nefes verir. Malzemenin hayat bulmasıyla başlayan yaratım süreci, Gökçebağ tarafından analitik bir şekilde form kazandırılması ve yeniden tahsis edilen kontekst ile tamamlanmış olur. Nesnenin yaşamla kurduğu o muazzam ilişki, “Tree of Life / Hayat Ağacı” yerleştirmesiyle (2014) daha da ifşa olur. Gündelik yaşamda sıradan olan elbise askıları sanatçı tarafından yeniden yorumlanır. Onların demonte şekle getirilerek ağaç formunda duvara yerleştirilmesi kavramsal olarak köklerle olan bağın kurulmasında da aracı olur. Her bir insanın ağaç misali kök saldığı doğa, sanatçı tarafından oldukça yalın bir şekilde ifade edilir.
Yalınlık, kimi zaman, doğadaki kaosun anlaşılmasında tek başına yeterli olmamaktadır. Kaos insanın hem içinde hem dışında bir denge içerisinde olmalıdır ki doğa ile başa çıkılabilsin. “Parabol” (2014) isimli, sanatçının girdap algısı yarattığı yerleştirme de bu başa çıkma girişiminde ne denli zorlandığımızın birer kanıtını oluşturur. Estetik temsil, bir nesne olarak sınırlı işlevde kullanılan şemsiye ile oldukça etkili düşünsel bir yapıta dönüşmektedir. Gökçebağ’ın bu üslubu, “Think Tank” (2014) isimli duvara yerleştirmesinde de tekrar eder. Mekânın duvarında bahçe demirlerini analitik formda, simetrik bir şekilde desenleyen sanatçı, nesnenin varoluş sürecine en büyük müdahaleyi gerçekleştirmiş olur. Onlar artık bahçe demirinden çok uzak, bambaşka bir sanat yapıtına dönüşmüşlerdir.
İnsanın nesneyi tecrübe etmesiyle başlayan anlama süreci, Gökçebağ tarafından sanatsal parametrelerin devreye sokulmasıyla yine yaşama dair olan ancak bambaşka duygular uyandırmaktadır. “Black Forest” yerleştirmesinde şemsiyelerden bir orman kurgulayan sanatçı, siyahın o ürkütücü ve bir o kadar korkutucu detaylarını doğrudan insanın zihnine kazımaktadır. Ağaçlar bir orduyu andırır şekilde mekâna yerleştirilmiştir. Malzemenin bir başka yorumu “Firmanent / Gökkubbeler” (2013) isimli yerleştirmede karşımıza çıkmaktadır. Açık şemsiyelere geometrik formlar oluşturacak şekilde beyaz iplerle müdahale eden sanatçı, oluşturduğu her bir şemsiye konteksinde / uzayında yeni bir yıldız kümesinin geometrik şemasını oluşturur. Her bir şema, uzayda var olan yıldızların estetik birer temsili gibi okunur.
Köklerin toprakla olan uyumu göz önüne alındığında suyun yaşam döngüsü için ne denli önemli olduğu aşikârdır. Sanatçı, su odaklı bu döngüyü “Horizon 2” (2014) isimli yerleştirmeyle tasvir eder. İçi su dolu kovalar simetrik olarak mekâna dizimlenirken kovaların üzerine de kovalardan kesimlenmiş parçalar aynı simetrik düzende yerleştirilir. Yerleştirme mekâna horizontal olarak konumlandırılırken, mekândaki diğer sanat yapıtları ile temas sağlanmış olur.
Galerist, Şakir Gökçebağ’ı Think Tank isimli sergiyle ağırlarken, aynı zamanda sanatçının malzemenin sıradanlığına yaptığı estetik müdahaleler ile kavramsal bir zihin tasavvurunun oluşmasına aracılık etmesini mekânsal platformla desteklemiş olmaktadır. “Trans Layers #7” (2014) isimli duvara yerleştirmede kullanılan malzemenin niteliği tuvalet kâğıdı olmasından öte yukarıda değindiğim her bir noktayı doğrudan karşılamaktadır.