Bourne filmlerinin meraklıları uzun zamandır önümüzdeki temmuz ayını bekliyorlar. Çünkü en yeni Bourne filmi “Jason Bourne” temmuz ayının sonunda gösterime girecek. Ajanlı, casuslu seriler arasında meraklıları için Jason Bourne karakterinin yeri ayrıdır. Adetten olduğu üzere gizli servis mensubu, üstün yetenekli insanların anlatıldığı filmler esas oğlanın dünyayı yok etme niyetindeki kötü adamlarla mücadelesine dayanır. İnandırıcılığı düşük, zorlama bir senaryo, hayal gücünü zorlayan teknolojik aparatlar, fizik kurallarını zorlayan aksiyon sahneleri bu filmlerin olmazsa olmazıdır. Robert Ludlum’un romanlarından uyarlanan Bourne serisinde ise durum biraz farklıdır. Kahramanımız elbette uluslararası komploları çökerten diğer ajanlar gibi bazı özel donanımlara sahiptir. Birçok dili akıcı şekilde konuşabilir; silahlardan, teknolojiden anlar; yakın dövüş sanatlarına hakimdir; fakat kendisi bu mümtaz vasıflarının farkında değildir. Daha ilk romanın açılışındaki olayların öncesinde bir yerlerde hafızasını kaybettiği için, herkesi kıskandıran niteliklerini olayların gidişatı içinde bizimle (okur/seyirci ile) birlikte keşfeder. Bir diğer konu alışılageldiği üzere gizli servisler adına kötü adamlara karşı değil, hayatta kalmak adına kendisini yetiştiren ve görevlendiren gizli servislere karşı savaşır. Bourne’un hikâyesi oldukça sürükleyici olmasının yanında, C.I.A. yahut M.I.6 ajanlarının kahramanlıklarına dayanan hamaset yüklü senaryoların aksine gerçeklik duygumuzu incitmeden seyreder.
En çok karşılaştırıldığı kurgusal casuslar James Bond ve Jack Ryan gibi Bourne da bir roman karakteri olarak hayat bulmuştur ama Bourne karakteri muadillerinden 30 kadar yıl sonra yaratıldığı için bu türün belli başlı klişelerine karşı bağışıklı doğmuştur. Ian Fleming (James Bond serisinin yazarı) ve Tom Clancy (Jack Ryan serisinin yazarı) 1950’li yıllarda, soğuk savaşın en hararetli olduğu yıllarda romanlarını yazdılar. İlki, yani 007 James Bond, Dr. No’nun gösterime girdiği 1962 yılından bu yana 25 filmde, Sean Connery’den, Daniel Craig’e 7 ayrı aktör tarafından canlandırıldı. Sinemanın bu janrına ilgisi olsun olmasın herkes tarafından bilinen bir pop kültür malzemesine dönüştü. Yine 50’li yıllarda best-seller roman serisi ile en azından İngilizce konuşulan ülkelerde iyi tanınan Jack Ryan karakterine ise Alec Baldwin, Harrison Ford, Ben Affleck gibi yıldızlar hayat verdi. Robert Ludlum ise soğuk savaşın artık gerçekten soğumaya başladığı görece geç bir dönem olan 1980’li yıllarda Jason Bourne karakterini yarattı. Hollywood tabii ki seyirci mıknatısı projelerin genelinde olduğu gibi Bourne’un kokusunu almakta gecikmedi. İlk romandan aynı isimle bire bir uyarlanan, Richard Chamberlain’in oynadığı, 1988 yapımı, sıkıcı mı sıkıcı, başarısız televizyon filminden sonra yapımcılarda devam romanlarının uyarlanması için şevk kalmaz. Neredeyse 15 yıl için Bourne gibi bir malzeme Hollywood tarafından unutulur.
Orijinal üçleme denilen ilk üç romanın adları şöyledir:
The Bourne Identity,
The Bourne Supremacy,
The Bourne Ultimatum.
1980 yılında başlayıp 1990 yılında sonlanan olayların anlatıldığı bu üç epizoda orijinal üçleme denilmesinin sebebi 2004 yılından sonra seriye ilave edilen yedi romanın yazarının Eric Van Lustbader olmasıdır. İlk üç romana göre oldukça zayıf olan bu romanların adları da sırasıyla şöyledir:
The Bourne Legacy,
The Bourne Betrayal,
The Bourne Sanction,
The Bourne Deception,
The Bourne Objective,
The Bourne Dominion,
The Bourne Imperative.
2002’de gösterime giren Matt Damon’lı yeni versiyon –romandan ve hâliyle ilk uyarlamadan hayli bağımsız bu yeniden çevrim (remake)- gayet başarılı bulunur. Serinin ikinci romanından uyarlama The Bourne Supremacy’de Doug Liman’ın bıraktığı yönetmen koltuğuna Paul Greengrass oturmasına rağmen teknik ve stilde devamlılık oldukça iyi kotarılmış, ilk filmdeki atmosfer muhafaza edilebilmiştir. Hatta yer yer Greengrass’ın rejisi Liman’ın önüne geçer. Gişe başarısı üçüncü film The Bourne Ultimatum’un yolunu açar. Jason Bourne’u canlandıran Matt Damon dâhil aynı oyuncu kadrosu ve senaristler ile çalışıldığından olsa gerek, ilk üç film, ilk üç romanda olduğu gibi kopukluğa, belirsizliğe yer vermeyen, birbirini tamamlayan harika bir üçleme olmuştur. Ludlum’un orijinal üçlemesinden (biraz değiştirilerek de olsa) uyarlanan üç izlenesi film.
Jason Bourne efsanesi sinema tarihinde yerini almıştır. Bundan sonra işlerin rengi bir nebze değişir. Paul Greengrass “Bourne Projesini” kafasında sonlandırmışken ve Matt Damon da yeni çekilecek bir Bourne filminde oynamayacağını açıklamışken, ticari kaygılar baskın gelmiş olacak ki The Bourne Legacy’nin (Türkiye’de Bourne’un Mirası adıyla gösterime girdi) çekimlerine başlanacağı duyurulur. Tony Gilroy’un yönettiği film tam bir fiyasko olur. Birincisi, Robert Ludlum’un değil, Eric Van Lustbader’in “çakma” Bourne serisinin ilk romanından uyarlanmıştır. Artık izleyicinin Jason Bourne olarak bağrına bastığı Matt Damon yeni filmde yoktur. İşin daha ilginç yanı filmin öyküsünde Jason Bourne karakteri de yoktur. Doğal olarak hiçbir Bourne fanı bu Bourne’suz Bourne filmini seriden saymaz. İsminden de anlaşılacağı gibi dördüncü film bir Bourne filmi değil Bourne’un kredisinden gişe hasılatı devşirmeye çalışan bir mirasyedidir.
Önümüzdeki ay gösterime girecek olan son film için umutlanmamızın sebebi yönetmen Paul Greengrass ve başrol oyuncusu Matt Damon’ın geri dönmüş olması. Her ne kadar filmin öyküsü Ludlum’un romanlarından gelmese ve senaryo ekibi değişmiş olsa da, Bourne’un bir kez daha ehil ve emin ellere teslim edildiğini düşünmemiz için iyi sebepler var. Neleri biliyoruz? Üçlemenin her filminde görünen Julia Stiles’in bu filmde de rolünün olduğunu, kadroya Oscar ödüllü Tommy Lee Jones ve Fransız sinemasının belki de günümüzde Jean Reno’dan sonra en çok tanınan aktörü Vincent Cassel’in dâhil edildiğini, senaryonun bir kısmının Yunanistan’da, başka bir kısmının ise Las Vegas’ta geçtiğini, senaryo ekibinde Christopher Rouse’un olduğunu biliyoruz. Biz de 1988 yapımı Richard Chamberlain’lı televizyon filmini ve 2012 yapımı Jeremy Renner ve Edward Norton’lu serinin dördüncü filmini görmezden gelerek yeni filmi merak edelim. Üçlemenin kalitesini bir çıta yukarıya mı taşıyacak yoksa Bourne hayranları tarafından hiç var olmamış muamelesi görüp, seriden dışlanacak mı?
Bourne ve rakipleri.
Bourne casusgiller taifesi içinde özel ve seçkin görev adamlarından biridir. Filmin bir sahnesinde belirtildiği üzere C.I.A.’nın eğitimine adam başı 30 milyon dolar harcadığı ve görev için bir robot gibi programladığı insanüstü ölüm makinelerinden mürekkep bir birimin neferidir. Fakat Bourne benzersiz değildir. Dünyanın çeşitli metropollerinde kimliklerini maskeleyip yerleşik yaşayan meslektaşları vardır. The Bourne Identity’de (Türkiye’de Geçmişi Olmayan Adam adıyla gösterime girdi) “arch villain” kontenjanından üç rakip kendini gösterir. Roma ajanı Castel, Barcelona ajanı The Professor (ki onu da Clive Owen canlandırmaktadır) ve Hamburg ajanı Eamon. Jason Bourne hikâyenin akışı içinde Castel’i ve Professor’ü öldürür. Eamon ise hedef değiştirerek; Bourne yerine Bourne’un peşindeki `Treadstone` isimli C.I.A. departmanının şefi Conklin’i öldürür. Verilmiş sadakası varmış ki Eamon, Bourne ile çarpışmaya girmeyerek hayatta kalır.
The Bourne Supremacy’nin (Türkiye’de Medusa Darbesi adıyla gösterime girdi) asıl tepelenecek oğlanının menşei, C.I.A.’nın Treadstone ya da Blackbriar adındaki gizli departmanların da değil, Rus mafyasının içindedir. Gerçi Jason Bourne, Kirill adındaki bu Rus tetikçiye giden yolda emekliye ayrılmış eski Münih ajanı Jarda’yı da telef eder. Üçüncü film The Bourne Ultimatum’da (Türkiye’de Son Ültimatom adıyla gösterime girdi) uğraştırmadan ölmeyen rakip ajanlar iki tanedir. Londra ajanı Paz (ki Edgar Ramirez gibi harikulade bir oyuncu tarafından canlandırılır) ve Kuzey Afrika’da görev yaptığını varsaydığımız Desh. Bourne her filmde birer ikişer öldürmeye alıştığı Treadstone veya Blackbriar ajanlarına rağmen serinin en son filminin son sahnesinde bir istisna yaparak, karşı karşıya kaldığı ajan Paz’i katletmez. Tam bu noktada bir anekdot paylaşalım. Paz’i canlandıran Edgar Ramirez’in Çakal namıyla maruf uluslararası terörist Carlos’u anlatan bir mini seride Carlos’u oynamışlığı vardır. Carlos adındaki bu dizi film de orijinal Bourne serisi gibi bir üçlemedir. Olaylar yine Bourne serisindeki gibi Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun çeşitli şehirlerinde geçer. Ve Edgar Ramirez’in birden fazla dildeki oyunculuğu ise şahanedir. Carlos ile Bourne bağlantısına gelirsek: serinin ilk kitabında Bourne’un en belalı rakiplerinden biri -sonradan filminde senaryodan çıkarılan- Çakal Carlostur (Carlos The Jackal). Bourne ve Paz karşılaşmasından iki ajanın da sağ çıkması daha fazla ölüm istemeyen Bourne için bir nevi jübiledir.
Ajanlı filmlerde vurdulu kırdılı sahneler olmazsa olmaz, bilindik hikâyedir. Ama şunu da söylemezsek eksik kalır. Bourne bir nevi kültürle adam döver. İlk filmde Castel’i tükenmez kalemle, ikinci filmde Jarda’yı rulo şekline getirdiği magazin dergisiyle, üçüncü filmde ise Desh’i kalın ciltli bir ansiklopedi ile döver. Yeni filmde Bourne’un düşmanları kontenjanından giriş yaptığını tahmin ettiğimiz Fransız aktör Vincent Cassel ile neler yaşanacak bekleyip göreceğiz sanırım.