Doğal süreçleri kullanarak gerçekleştirdiği enstalasyonlarına 2011yılında “Kristalleşen Sanat Nesnesi” başlıklı enstalasyonuyla başlayan Mehmet Kavukcu, yaşadığı iklimin dezavantajlarını sanatsal yaratım sürecine bir çeşit teknik olarak katmayı başarmış bir sanatçıdır. Bu anlamda ürettiği enstalasyonlarında suyun buza dönüşüm sürecini izleyiciye yepyeni mekanlar deneyimleme imkanı sunmada araç olarak kullandı. Doğa ile ilişkili performanslarına, oluşturduğu büyük boyutlu buzdan mekânları çeşitli açılardan izleyerek ve farklı açılardan onlara müdahale ederek başladı. Son yıllarda gerçekleştirdiği “Şiddeti Düşünmek”, “Tabut”, “Yatak” gibi performanslarında, insanın doğa ile olan yıkıcı ilişkisine olduğu kadar dünyada ve ülkemizde son yıllarda gittikçe artan özellikle terör kaynaklı şiddet ortamına ve bu ortamın sonucu olarak büyüyen mülteci sorununa tepki göstermektedir.
Kavukcu’nun doğa içinde ürettiği enstalasyonlarıyla bütünleştirdiği performanslarında insanın doğayla giriştiği mücadelenin yansımaları izlenebilir. Dünyanın sonsuz ve korkutucu boşluğunda yalnız bırakılmış insanın kendisini çevreleyen dünyayla olan, yaşatan- öldüren, güvenli- tekinsiz, koruyucu- zarar verici gibi zıtlıklar içeren ilişkisine göndermeler içermektedir.Bu ilişkide, insan zamanla korkan ve korunmak isteyen taraf olmaktan çıkarak zarar veren durumuna geçmiştir.İnsanoğlunun dünya üzerindeki yıkıcı hareketliliğine genellikle durağan bir fon oluşturan doğa, Kavukcu’nun performanslarında da, sanatçının çarpıcı renklerdeki boyalarla ve beden hareketleriyle ortaya koyduğu dinamizme sessiz ve soğuk renkleriyle karşılık verir. Bu durumu, “Fırtınayı Yaşamak” başlıklı performans üçlemesinde kendi doğal süreci içerisinde hareket eden, sanatçının yaptığı sentetik müdahalelere karşılık varoluşunu boyalar ve naylonlar içerisinde duyurmaya çalışan ağacın rolü de göstermektedir.
“Şiddeti Düşünmek III” performansında ise Kavukcu, insanoğlunun dünyada yarattığı yıkım ve şiddet ortamını, yine doğa içinde oluşturduğu, şiddeti akla getiren bir ortamla yeniden canlandırarak akla getirmektedir.Sanatçı, İnsanoğlunun kendi türüne uyguladığı terör ve şiddetin yanı sıra doğada sebep olduğu olumsuz değişimi sembolize eden, derisi soyularak bir anlamda dönüştürülmüş, savunmasız bırakılmış, şiddete uğramış ve nesneleştirilmiş öküz başlarını önce yıkayıp arındırmaya çalışarak daha sonra da boya ile müdahale ederek, şiddeti önlemede etkisiz kalan günümüz dünyası politikalarını eleştirmektedir. Daha önce de oluşturduğu konstrüksiyon içerisinde sergilediği öküz başlarını dondurduğu “Şiddeti Düşünmek” ve “Şiddeti Düşünmek II” performanslarında da sanatçı kendi halinde işlemeye devam eden tabiat kurallarını dıştan etkilerle başkalaştıran ve sekteye uğratan insanın durumunu eleştirmişti.
Akla insan bilincinin varoluşunun erken dönemlerindeki yalnızlığına karşılık hafifliğini getiren, buz tutmuş, yalnız ama beyaz bir boşluğun doldurduğu doğada, sırtında ölüm simgesi tabutu taşıyan bir insan imgesini vücuda getirdiği 2016 tarihli “Tabut” performansında ise Kavukcu, insan ruhunun en eski korkusu ve mücadelesi olan ölüm gerçeğine karşılık hayatta kalma arzusunu tekrar canlandırıyor. Tabutu sırtında taşıyan, içine giren Kavukcu, bir anlamda, ölümle ve ölüm korkusuyla birlikte yaşamak zorunda olan insanın trajik durumunu göstermektedir.
Bu arzunun bir başka ifadesi de insanın kendini doğa şartlarından korumak için inşa ettiği mekânlardır. İnsanoğlu varoluşundan beri,korunma,bir yere ait olma ihtiyacının sonucu olarak mekanlar, şehirler inşa etmiş, onları “vatan” olarak nitelendirmiş ve onlarla varoluşuna anlam yüklemeye çalışmıştır. Kavukcu’nun yine ıssız bir doğada yatak, yorgan, yastık gibi malzemelerle yaptığı “Yatak” performansında insanoğlunun kendini güvende hissettiği “yuva”yı temsil eden yatağın artık “sıcak tutan” bir yer olmaktan çıkışı ve insanın oradan koparılması, yurtsuz bırakılması yani mülteci durumuna düşmesi ifade ediliyor.
İnsanın hayat mücadelesi, varoluşunun ilk dönemlerinde kendi bedeninin ölümlülüğünden ileri gelen ihtiyaçları kadar doğa ile olan mücadelesinden de kaynaklanmaktaydı. Bilinç seviyesinin artmasıyla bu mücadelede galip gelmeye yaklaştığı kabul edilebilir. Ancak, Bu galibiyet duygusu ile birlikte insan, tarih boyunca, kendi türüyle, kendi yarattığı kavramlar çerçevesinde bir tür çatışma ortamı yaratmıştır. Bu durum, insanın ait olduğu canlı sistematiğinin temel kurallarına aykırı olsa da yaşadığımız çağda en derin ve çarpıcı haline ulaşmış bir gerçekliktir. Bu; geride bırakılmış toplumların kendi hayatlarında terör, açlık, korunamadıkları doğal afetler vasıtasıyla tecrübe ettikleri, daha ileri yaşam seviyesindeki toplumların ise medyadan takip ettikleri diğer her şey gibi etkisi belli bir süre ve ölçü ile sınırlı kalan bir gerçeklik halindedir. Kavukcu, performanslarında günümüzde artık görmezden gelip korunamayacağımız bir seviyeye gelen, günlük hayatımızın bir parçası halinde olan bu gerçekliğe sanatıyla yeni bir bakış açısı getirmektedir.