Lerzan Öke: Modern Resmin Öncüsü: Eren Eyüboğlu

Share Button
Eren Eyüboğlu yağlı boya çalışmalarından biri ile görülmektedir. (Fotoğraf: Ahmet Bedri)

04 Ağustos 1970, İnci

Romanya’nın Yaş vilayetinde 1913’te doğan sanatçımız, Yaş Güzel Sanatlar Resim Bölümü’nden mezun olup, 1931’de Paris’te “André Lhote” Milletlerarası Serbest Akademisi’nin resim atölyesi şefi iken, Bedri Rahmi Eyüboğlu ile tanışmış ve 1936’da İstanbul’a dönerek evlenmişlerdir.

Bundan evvelki sanat sayfamıza sığdıramadığım bu iki güçlü insanı istemeyerek ayırmış ve bu hafta yine bu sütunda bir araya getirmiş oluyorum.

 1939’da hayatlarının en sıkıntılı günlerini geçirdiklerini belirten Bedri Rahmi Eyüboğlu:

  • “Çocuğumuz Mehmet dünyaya gelmişti bir akabinde de ben asker olmuştum. Eren, benim yokluğumu hissettirmeden, resimlerini satarak oğlumuza baktı. Asıl kişiliğini o zaman anlamıştım. Üstelik son derece meraklı bir anneydi ve emir eli kapıda dururken, o çocuğunun sütünü almak için her sabah Tophane’ye gider, sütü gözünün önünde saldırıp gelirdi.”

1936’dan bu yana, 30 senedir muntazam beraber sergiler açan karı-koca, Yurt içinde ve dışında “ressamın, fırçası ile geçinebileceğini ispatlayarak,” Yurt içindeki büyük pano çalışmaları ile yepyeni bir devir açmışlardır.

Müşterinin esiri olmadan kendi sanat anlayışlarını alıcıya kabul ettirebilen bu iki de sanatçımız Eren ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun okurlarımız arasında bulabilecek en eski müşterilerinden bir ricaları var:

  • “1938 ile 1950 tarihleri arasında bizden resim olarak yaşamımızı sağlayan sanatseverleri vaat ediyoruz. Bu devreye ait elimizde hiçbir doküman bulunmadığından, ellerinde mevcut resimlerin, siyah-beyaz veya renkli fotoğrafları yolladıkları takdirde, kendilerine yeni resimlerimizden orijinal olarak birer tane hediye edeceğiz.”

Sanatçı bir çift olmanın müspet ve menfi taraflarını sorduğunuzda Eren Eyüboğlu:

  • “Oh Evet var tabii… Bedri çok dağınıktır. Kullandığı her boyanın kapağını açık bırakır… Arkasından bir adamın onu mutlaka emir evi gibi takip etmesi lazımdır. Bu sebeple ben evde yokken, atölyemi alt-üst etmesin diye daima kilitlerim”.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, atölyesinde çalışırken.

Bedri hoca söze karışıp:

  • “O da benim fırçalarımı iznimi almadan kullanır, boyalı bıraksa yine iyi, ararım fırçaları, bir türlü bulamam… Ama yine de karım bana iyi bir yardımcıdır ve bugüne kadar olan muvaffakı yetilerimi ona borçluyum.”

Hocanın bu centilmence konuşması karşısında yumuşayan Eren Eyüboğlu:

  • Tabii, beraber yaşantımızı iyi tarafları da var… Mesela, birbirimizin en iyi kritikçisiyiz. Bir taraf bir gözle birbirimizi eleştirir, eksik taraflarımızı üçüncü bir şahıs görmeden tashih ederiz. Üstelik memlekette tam anlamıyla bizi eleştirecek bir kritikçi de yok… Ya çok göklere çıkarırlar ya da sergiyi bile görmeden bizi yerden yere çalarlar.

Özellikle, çalışma esnasında, çat kapı gelen randevusuz ziyaretçilerden şikâyetçi olan Bedri Rahmi Eyüboğlu:

  • Çalışırken kesin olarak sessizlik isterim. Karın bu esnada her zaman olduğu gibi yardımcı olur ve o dahi evdeki mevcudiyetini bana hissettirmemeye çalışır. Zira özellikle boya ve resimlerimi yere yayarak, yüzükoyun bir vaziyette yere uzanmış çalışırım, bu vaziyette de çok sevdiğim dostlarım hariç, hiç kimsenin bakışlarına hedef olmak ve hele yeni kompozisyon yaratırken kimseyi civarında görmek istemem ve hatta telefonu bile prizden çıkarırım.”

Fikret Mualla hakkında

Fikret’in en sıkıntılı günleri 1937-38 senesindedir. Eren ve ben onu 3-4 aylığına evimizde misafir edip sıkıntılarını bir nebze unutturmaya çalıştık. Fikret’in bizdeki misafirliği esnasında yaptığı nefis çalışması, “Yalova Termal Oteli” için satın alınmak istenmiş ve bundan evvelki yazışmamızda da belirttiğim gibi, maalesef yine kıymetli mimarımız Sedat Eldem buna mani olmuştu. Eğer bu resim bugün otelde olsa, değil otel için Türkiye için bir reklam vesilesi olurdu ve binlerce turist bu sayede Türkiye’yi yakından tanırdı.

Almanya’daki son başarısı

Bonn Büyükelçilik binasında yaptığım çalışmam beni pek çok yordu. O kadar ki, bir süre hiçbir siparişe cevap veremeyecek haldeydim. Üstelik aylarca emek verdiğim ve yabancılara “Türk sanatını” kabul ettirdiğim bu çaba için elime sadece 2-3 tablomdan kazanabileceğim bir para geçti… Bu işin manevi değeri ve şerefi en büyük tesellim olmakla beraber, Dış İşleri Bakanlığı’ndan iki satırlık bir tebrik mesajı ile dış basında çıkan yazı ve yapılan işlere ait birer adet resmi bana yollanmak lütfunda bulunsalardı, şahsıma verdikleri değer için cüzi parayı bile almaz onu, “bütün Türk sanatçıları adına hediye ederdim.” demektedir.

Share Button

Yorumlar kapatıldı.