Sivas Madımak Oteli’nde 2 Temmuz 1993 tarihinde 35 kişinin yakılarak katledilmesine ilişkin davanın, 19 yılın sonunda zaman aşımına uğraması üzerine anlamlı bir tepki göstermek için bir araya gelen 35 sanatçı eserlerini kısmen yaktı. Ressam Bubi Hayon’un proje yürütücülüğünü yaptığı ve Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın hayata geçirilmesi konusunda destek verdiği, sanatçıların ortak tepkisini ifade eden “Unutmamak” adlı sergi çok ses getirdi. Öyle ki bir gazetede yer alan eleştiride, bu serginin Siyonistlerin bir oyunu olduğunu ve sergide yer alan sanatçıların tamamıyla propaganda yaptıklarını hep beraber okuduk. Öncelikle bu konu hakkında bilinmesi gereken, sanatı ve sanatın amacını bilmeden direkt suçlamaya girmenin bilmemekten ve anlayamamaktan gelen psikolojik bir sonuç olduğu gerçeğidir. Sanatın tepkisiz kalması demek insanlık namına hiçbir şeyin ileri gitmemesi demektir. Bunu bilmeyenler vardır, fakat anlamak için çaba gösterme eylemi insanî sorumlulukla ilgilidir.
Şunu anlamalıyız ki Sivas davasının 19 yıl sonra zaman aşımına uğraması, elbette tepkisiz kalınacak türden değildi. İnsanlık suçu kapsamında değerlendirilmesi gereken bu davanın zaman aşımına uğraması kabul edilemez bir gerçektir ve bunun üzerine tam da “Unutmamak” sergisi ile yaranın üzerine tuz basılmaktadır.
Sanatçılar için ürettiği sanat yapıtının kutsal olduğunu hepimiz biliriz. Bu projeyi anlamlı kılan da sanatçıların eserlerini hiç acımadan yakma eylemidir. Çünkü proje “yakma” üzerine kuruludur… İnsanları acımasızca yakanlara karşılık, insani yanımızı unutturmak isteyenlere inat…
Sergi, özellikle Sivas zeminli bir tarihsel kesit ya da dramatik bir zaman yolculuğu eşliğinde “Bir sanatçı kendi eserinin yakılmasına dahi kıyamazken, insanları yakmaya nasıl razı olursunuz?” fikrini en can alıcı şekilde özetliyordu.
“Unutmamak” sergisi için istediğinizi düşünebilirsiniz, isterseniz politik ve tepkisel bir sergi olduğunu, isterseniz de provokatif bir söylemi olduğunu. Belki de her ikisi de vardır ya da yoktur. Ayrıca politik ve tepkisel olmasının hiçbir sakıncası da yoktur. Çünkü sanat zaten kötü giden bir şeyleri eleştirme hakkına sahiptir. Bu yüzden sanat eseri politika, sosyoloji ve tarihle ilişkilendirilebilir ; ancak bu, sanat eserinin ne politik, ne sosyolojik, ne de tarihi bir eser olarak algılanması anlamına gelir ve yine sanat tarihin, sosyolojinin ve politikanın emrine de verilmemelidir. Sanata görev verdiğiniz zaman zaten o sanat olmaktan çıkar, zanaata doğru bir yol alır. Bırakırsanız eğer sanat kendi görevini kendisi gerçekleştirir. Bu yüzden ona görev verme yanlışlığına düşülmemelidir.
Sanat eserinin, sübjektif bir birikim ve objektif bir yaklaşımdan doğduğu konusunda hemfikiriz sanırım. Bu yüzden bir sanat eserinde, sanatçının yaşadığı atmosferden izler, sanatçının dünya görüşü ve evrensel insanî ortak temalar bulunabilmektedir. Sanatçıyı ne yaşadığı ortamdan, ne sahip olduğu inanç ve düşüncelerinden, ne de insanlığından soyutlamak mümkün olmadığına göre, bir sanat eserinde bu unsurların bulunmasından doğal bir şey yoktur. Sivas katliamı da ülkemizdeki sanatçıların sessiz kalacağı türden bir olay olmadığından, bu sergi bazı kesimleri rahatsız etmiş ve düpedüz “propaganda yapıyorlar” cümlesini kurdurmuş olabilir.
Aslında propaganda sözcüğünün etkileme, sindirme ve yanıltma yöntemlerini içeren olumsuz bir izlenim yarattığı konusu herkesin malumu. Sanat ise birçokları için hakikate, güzelliğe ve özgürlüğe ulaşmayı amaçlayan bir etkinlik alanını ifade eder. Fakat kabul etmek gerekir ki propaganda sözcüğünün olumsuz çağrışımları da yenidir. Yani bunlar 20. yüzyılın ideolojik mücadeleleriyle yakından ilişkilidir. 18. ve 19. yüzyıllarda bu sözcük, Avrupa’da politik fikirlerin, dinsel inançların ve hatta ticarî reklamcılığın geniş alanlara yayılması anlamına gelen tarafsız bir kavramken, sözcüğün tarafsızlığı gelişmiş askerî teknolojilerin karşı karşıya geldiği 1. Dünya Savaşı’nda sona ermiştir. Sanatta propaganda sözcüğü kullanıldığı zamanki çağrışımlarının büyük oranda ABD’de soğuk savaş ortamında şekillendiğini bilmemiz gereklidir.
Birçok sanatçıya göre sanatsal imgelem, ideolojik yükümlülüklere taviz vermemelidir. Peki, sanatçıyı bulunduğu ortamda yanlış giden şeylere sessiz kalırken görmek ne kadar hoş olabilir? Ayrıca etrafında olanlara tepki vermesi propaganda yapmak mıdır? Eğer bu bir kesim tarafından propaganda yapmak olarak algılanıyorsa, bu konuda propaganda sözcüğüne itibarının iade edilmesi gerektiği gibi, sanatçıların da başarılı propaganda yapmaları için cesaretlendirilmesi gereklidir. Çünkü “iyi propaganda” sanatın olması gerektiği hâlidir. Etrafımızda neler olup bittiği hakkında yeni bir görme ve düşünme biçimi yaratır. Sözcüğün bu olumlu yorumlanışı belki çok geniş yankı bulmaz ama şu bir gerçektir, günümüzde hâlâ sanatın politik olup olmaması, hem politik hem de başarılı olması tartışılmaktadır. Bu konuyla ilgili yine geçmişe göz atalım. Sanatın politika için kullanılması çok köklü bir zamana uzanır. Tarihte şehir devletleri, krallıklar ve imparatorlukların hükümdarları sanatı, anıtsal olarak iktidarların altını çizmek, zaferlerini yüceltmek ya da düşmanlara gözdağı vermek, kara çalmak amacıyla kullanmıştır. Fakat burada tüm bunlardan ayrı olarak, bir kuvvete bağlı olmadan sanatçının politik inançlarını kaynak alarak eser üretmesidir. Bu üretim şekli ise 18. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Fransız ressam Jacques-Louis David estetik ve politik ilkelerini bir araya getirmeyi seçmiş ilk sanatçılardandır. David, Fransız Devrim liderlerinin portrelerini yapıp, kutlama törenlerini tasarlayarak devrim ideallerinin yayılmasını sağlamıştır. (Clark Toby, Sanat ve Propaganda, sy.14, 2011) Sanatçının bir taraftan toplumu eleştirirken, diğer taraftan kendini ifade edebildiğini gösteren güzel bir örnektir Jacques-Louis David.
Toplumu eleştirirken kendini de ifade etme durumunun doğruluğu konusunda mutabakata varılmasa da tartışmalar devam edecektir. Bu tartışmaların içinde “Sanatın propagandaya alet edildiği her eserde mesaj, estetik kaliteyi geri plana mı iter? Estetik yapıyı değerlendiren ölçütler ideolojik değerlerden ne kadar ayrılabilir? Propaganda sanatı etkileme amacı taşıyorsa bunu nasıl gerçekleştirebilir ve ne dereceye kadar başarılı olabilir?” sorularını bulabiliriz. Politik bir söylem ya da bazı kesimler tarafından provokasyon içeren sanat projesinin bu tür estetik kalite kaygılarını başka bir yazıda tartışalım ve burada “Sivas’ı Unutmamak” sergisinin başarısına bakalım.
35 sanatçı, yaşadığı atmosferden izlerini, dünya görüşünü ve evrensel insanî ortak temaları bu projede konuşturdu. Sergi, kanayan yaramıza tuz bastıysa ve bir şeyleri olumlu ya da olumsuz düşündürmeye başladıysa sanat ve sanatçı görevini yerine getirmiş demektir.