Köln’deki Ludwig Müzesi’nde 1993 yılına açılan Picasso sergisine ilişkin o yıl yazdığım bir yazıyı bugün de gündeme getirme gereğini gördüm. Çünkü Picasso geçen her yıl ne denli büyük ve önemli bir sanatçı olduğunu yaşatıyor bizlere. Kübizm çıkışıyla o günlerde sanatta hiç kimsenin usundan ve imgesinden geçiremeyeceği bir devrim yarattı. En azından bu olağanüstü sanat çıkışı ve sanattaki üstün verimliliğiyle Picasso’nun eleştiri adı altında başka sanatçılarla karşılaştırılarak küçültüp değersizleştirmeye kalkışmak tinsel bir dengesizliktir. Son günlerde ne yazık ki Picasso’yu küçültmeye çalışan birinin yazılarıyla karşılaşmaktayız. Yazımın girişinde Picasso’nun gelecekte de değerini yitirmeyecek, diye belirttiğim vurgulamanın ardından 25 yıl geçti. Bugün de Picasso’suz olmuyor. Picasso tüm büyüklüğüyle yerinde duruyor. Picasso’ya ilişkin 1993 de yazdığım yazıyı sunuyorum. Saygılarımla…
PİCASSO’SUZ OLMUYOR
Dünyada adında en çok söz edilen, adına en çok kitap basılan sanatçıdır Picasso. Onun yarattığı şaşkınlığı da pek kimse yaratamadı. Kübizmle başlattığı şaşkınlık sürekli değişimlerle sürdürüldü. Geçmişin en çok ses getiren ve dünyayı şaşkına çeviren sanatçısı olan Picasso günümüzde de bu değerinden hiç bir şey yitirmedi. Gelecekte de yitirmeyecek. Önümüzdeki yüzyıllar içerisinde bu güçte bu denli ünü olacak başka bir sanatçı gelir mi, bilinmez. Bir gün belki… Ama kaç yüz yıl sonra. Kolay değil… Altı bini aşkın özgün resimler, yirmi bini aşkın baskı resimleri… Doksan iki yıllık bir ömre aralıksız çalışma ve aralıksız ataklıklar… Dünyanın birçok ülkesine, sanatseverlerine dağılmış resimlerinin bir araya toplanması olanaksız. İnsanlar, zaman, zaman onun adına düzenlenmiş sergilerle özlemlerini ve eksikliklerini gidermeye çalışıyor. Köln kenti bu açıdan kendini mutlu duyumsamalıdır.
Köln’ün en büyük ve dünyanın da sayılı büyük müzelerinden biri olan Ludwig Müzesi’nde 27.02 1993 ile 16.05 1993 tarihleri arasında Picasso sergisi düzenlendi. Bu serginin birinci özelliği, Ludwig Müzesi’ne adını veren Peter Ludwig’in Picasso’dan derlediği varsıl bir biriktiriminin olması… İkincisi, bu derlemenin gelişi güzel yapılmayıp Picasso’nun her dönemini içeren resimlerin bu nokta göz önüne alınarak seçilmiş olması. En eski tarih 1889 dan başlıyor. O yaşlarda Picasso babasının küçük bir portresini yapmış. 16.05.1972 tarihli bir resimle de ölümünden bir yıl öncesine dek olan çalışmalarını da görüyoruz.
Bu sergi Picasso’nun çalışmalarındaki evreleri aksatmadan iletiyor. Ancak Picasso’yla ilgili kapsamlı bir bilgi edinmek için Barcelona’daki ve Paris’deki müzelerin yerini tutmuyor. Ama bu üçlünün birbirlerine çok önemli katkısı var. Bu bağlamda Köln’deki serginin görülmemiş olması gerçek anlamda bir eksiklik. Her şeyden önce bölük pörçük bir sergi değil.
Doksan iki yıllık ömründe dinçliğin, diriliğin ve canlılığının sürekliğini izleyebiliyorsunuz. Sanatçının birbirini izleyen dönemlerini gördükçe doksan iki yıllık yaşamın ona kısa geldiğini kolayca anlayabiliyorsunuz. Dönemler arasında karşılaştırma yapabilme olanağı bulabiliyorsunuz. Picasso’nun 1971 yılında doksan yaşındayken çizdiği desenlerdeki çizgilerin canlı, diri ve titremesizliğini görünce şaşmamak elde değil. Yirmi beş yaşındayken ne derece gençse doksanında da öyle.
Sergilenen az sayıdaki yontulara karşılık baskı çalışmalarından oluşan baskı resimler için özel bir bölüm oluşturulmuş. Bir yandan seramik çalışmaları, bir yandan kalıplarıyla birlikte sergilenmiş baskı çalışmaları, yağlı boya, sulu boya, karışık teknik, kurşun kalemle mürekkeple desenler, lavi çalışmaları sergiyi varsıllaştıran güzel yönlerden başlıcaları.
Kimilerine Picasso’nun ünü abartılmış gelebilir. Kimilerine anlamak zor gelebilir. Kimileri onu daldan dala atlamış gibi de görebilir. “Ben aramıyorum; buluyorum” diyen sanatçının yaptıklarını anlayabilmek ve sindirmek kolay değil. Hızına ayak uydurmak anlaşılmasında büyük sorunlar yaratıyordu. İnsanları yıldırım çarpmışa döndüren Kübizm Picasso’nun ünlü olmasına ve ününü korumasına yeterdi. O, durağanlığın insanı olmadığından sanatla olan hesaplaşmasını sürdürdü. Ne o, ne de sanat yerinde duracak yapıda değildi. Picasso’yla ilgili bunca söylenen ve yazılanlardan sonra yeni şeylerin söylenmesi söylenenleri onaylatmak çok zor… Buna karşın bilinen birkaç noktayı belirterek kısa bir yineleme ve anımsatma yapabilirim. Bunların başında ölümü üzerinden yirmi yıl geçmesine karşın Picasso’suz bir sanat etkiliğinin boşlukta kalacağıdır. Onun çalışmalarının bizlere gösterdiği sanat yolları bugünkü sanatın can damarlarını oluşturuyor.
Yüzyılımızın başında sanat, geçmişin kabuğunu izlenimcilik ve dışa vurumculukla çatlatmıştı. Bir tıkanma söz konusu olmuştu. Bir arayış, bir korku, bir kuşkudur bürümüştü, ortalığı. Öncekilere yakın bir akım da durumu bir süre kurtarabilirdi. O da olmuyor ve gerçekleşmiyordu. Sanat ve sanatçılar istenilen özgürlüğün sınırlarını belirleyemezken birden bire ne olduğunu anlayamadıkları Kübizm’le karşılaştılar. Uzayın derinliklerine okyanusların diplerine giden yolların kapıları açılmıştı. Bir iki kol üzerinden ilerleme olanağı arayan sanatın kapıları, her yüreğin dileğine göre açıldı. Picasso’nun çalışmalarında açtığı yollarda önüne çıkan kapılardan korkusuzca içeriye girdiğini görüyoruz. Bu nedenle onun vardığı yerlerden daha ötelere gidilecek beldelere de ulaşıyoruz. Sanat toplumsuz, toplum sanatsız ve Picasso’suz olmuyor. Picasso’nun yüreği çağımızda baş döndürücü bir hızla gelişen teknolojinin hızından çok daha ilerilere giden bir sanat olayını yarattı. İstenilen her yöne, istenilen hızda gitme özgürlüğünü kazanmış olarak sürdürüyor bugünkü sanatçılar, sanatlarını. Picasso’yu aşacağız. Picasso’dan sonra özgün yapıtlar yaratacağız ama Picasso’yu yadsımayacağız. Onun sanatta en büyük devrimci olduğunu unutmayacağız.”