
Sanatla ilgilenmeye ne zaman ve nasıl başladınız?
Sanat benim için ilkokul birinci sınıfın ilk gününde başlayan bir merak olarak kendini gösterdi. Alfabedeki at resmini çizerek başladım. Yeteneğimin annemden geldiğini sanıyorum; çünkü annem koca turşu küplerinin içini doldurmadan kara sakız denilen asfalt malzeme ile üzerine rölyef çiçekler yapar ve rengarenk boyardı.
Ortaokuldayken resim öğretmenimiz bana sen Güzel Sanatlara gidebilirsin demişti ve ben o günden sonra Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okuluna girmeyi hayal ederek yılları geçirdim. Ortaokuldan sonra Yapı Enstitüsüne yazdırdı babam; çünkü kısa yoldan ya inşaatçı olmamı veya yükseğini de okuyarak mühendis olmamı düşünüyordu. Ayrıca ben Yapı Enstitüsüne girdiğim zaman okul 2 yıllıktı ve üniversite yolu kapalıydı. Fakat ben okula girdikten sonra okul 3 yıla çıkarıldı ve üniversite yolu açıldı. Sevinmiştim fakat öğretmenlerimiz benden hiç de memnun değildi . Sanat okumayı düşündüğüm için dersleri asıyordum ve öğretmenlerde bana hayal görüyorsun diyerek beni sınıfta bırakıyorlardı. Böylece orta öğretimde 6 yıl kayıp yaşadıktan sonra, Tatbiki Güzel Sanatlara birincilikle girerek bana hayal gördüğümü söyleyerek yıllarımı yiyen öğretmenlere de bir ders vermiş oldum.
Tatbiki, 4 yıllık üniversite düzeyinde bir okuldu ve sanat eğitimi Almanların ünlü Bauhaus ekolüyle yapılıyordu. Yani o zaman gördüğümüz sanat eğitimi bugün yapılanlardan çok daha önemliydi ve temel sanatı kavrayarak yetiştik.

Hiç unutmam; okulu kazandığım zaman şunu söylemiştim kendi kendime: “Ey Tatbiki! Beni almakla tarihindeki en önemli işlerden birini yaptın.” Sonra sanat eğitimi için orta öğrenimde bana kaybettirilen yıllarımı düşünerek, acı acı gülümsedim. Tatbiki yıllarımda Kuzgun Acar ile Genç Sinema kuruluşunda birlikte çalıştım. Mehmet Ulusoy, Ali Özgentürk gibi isimler ile tiyatro yaparak Türkiye’nin ilk sokak tiyatrosunu gerçekleştirdik. Sanatın içinde sürekli yenilikleri kovalıyordum ve “Bir şey yapacaksam birilerinden örnek alarak değil, kendim yapmalıyım.” diye düşünürdüm. Bu nedenle resim sanatında kendi teknik ve üslubumu geliştirdim. 1987 yılında Chicago’daki Art Enstitü müzesinde de tescil edilmiş oldu. Şimdilerde yüzbinlerce sanatçı dünyanın çeşitli yerlerinde benden yayılmış olan “Kontrollü Akıtma Tekniği”ni geliştirmekle uğraşıyorlar ve epey de yol aldılar.
Amerika’nın 3 çağdaş müzesi Metropolitan, Chicago Art Enstitü ve Washinton, Ulusal Galeridir (National Gallery) dünya çapında birer değerdir. Chicago’da 1987 Temmuz ayında, Muhteşem Süleyman sergisi sırasında bir ay Junior müzede sergi yaptım ve 12 gün boyunca müzeyi gezenler performanslarımı izlediler. Performanslarımı önce yapmak istemedim, fakat müze yetkilileri, “dünyanın önemli bir müzesinde teknik ve üslubunu tescil ettirmiş olacaksın ve ne kadar yayılırsa o kadar kredisi sana gelir” dediler ve ben de kabul ettim. Müze sergim sırasında WGN ulusal televizyonu da müzede röportaj yaptı ve 2 gün ana haberlerde 2 dakika 30 saniye yayınladı.
Müze yayımladığı hakkımdaki metinde, benim dünya görsel sanatlarına yeni bir teknik getirdiğimi de vurguladı ve televizyonda da konu aynıydı. Şimdilerde Chicago’daki avukatım müze ile temasa geçerek bu konunun tekrar gündeme getirilmesini isteyecek.
Müze sergisinden sonra Illinois eyaleti çevresinde ve Chicago’da birçok okulda 11 yıl 70 bin öğrenci ve 20 bin veli ile workshoplar yaparak görsel sanatlara kazandırdığım “kontrollü akıtma tekniği”nin çeşitli versiyonlarını öğretmeye çalıştım. Ortaya koyduğum teknik Çağdaş Ebru (Contemporary Marbling olarak tanındı).

Yeri gelmişken tekniğinizden de bahsetseniz…
Teknik; görsel sanatlarda sanat açısından bence çok önemli değil. Önemli olan ortaya koyduğunun felsefesi ve mesajıdır. Benim resimlerimde verdiğim mesaj; sanatçının kendi coğrafyasından, kültüründen, göreneklerinden ve geçmişinden faydalanması gerektiği üzerinedir ve bunu yapacak sanatçıların ancak evrensel olarak değere ulaşabileceğini vurguluyorum. Felsefem ise; insanoğlunun renkler ile olan bağı üzerinedir. Sanatçının özgürce renkleri kullanmasını, yüzeydeki lekelerin dengesizlik içinde denge yaratabildiğini ortaya koyarken, yan yana gelen renklerin insan psikolojisi üzerindeki etkilerini de sorguluyorum. Resimlerim doğadaki bitkilerin evrimi gibidir. Önceden eskiz çizmem, doğaçlama iç güdüsüyle çalışır kollarım, gözlerim sürekli bir tartı aleti gibi hassas dengeyi kurar ve çalışmamın sonunda tuval veya malzeme üzerine attığım ilk lekenin, koca bir bitki, canli veya dağ gibi karşımda büyümüş olduğunu görürüm. O zaman resim bitmiştir.

Eserlerim ortaya çıktıkları zamandaki ruh hâlimi yansıtır. Eğer çok neşeli bir durumda yapmışsam eserimi cıvıl cıvıldır. Çok neşesiz zamanımda yaptığım eserlerimde mutlaka bir karamsarlık belirir, fakat o durumda da lekeler, denge belli bir özellik gösterir. Resimlerimde ebru, hat, kaligrafi, tuğra, süsleme sanatı ve Bizans’tan etkiler görülür. Eserlerimin temeli geleneksel sanatlarımızdan yola çıkarak çağdaş anlamda geliştirmiş olduğum sentezlerdir. Eğer bir görsel sanatçı gelenekten günümüze çağdaş sentezler ortaya koyabiliyorsa bu önemlidir.
İstanbul’da yaptığım sanat çalışmalarımı 1980 yılında gittiğim Amerika’da devam ettirdim ve 13 yıl önce tekrar İstanbul’daki atölyemi faaliyete geçirerek, kamusal alanlardaki çalışmalarımı gerçekleştirdim. Chicago ile İstanbul arasındaki koşturmaca zamanla Avrupa ve İngiltere’yi de kapsadı. Hep dünya sanat tarihinde yer almayı amaçladım; bu yüzden de sanatta parayı ikinci plana attım. Bugün ise sanatı sanki borsa gibi ele alanlar türedi ve de sanat yerine artık popülizm koşturuluyor. Yeni bir şeyler üreten sanatçılar parmakla bile zor gösteriliyor. Teknoloji sanatı da içinde aldı ve sanat piyasası bence bir çıkmazın içine girmiş ve ayıklanmayı bekler gibi…

Resimlerimde kendi geliştirdiğim teknik ve üslûbu kullandığım için, herhangi bir ustadan alıntı yaptığım iddia edilemez ve de bugüne kadar da böyle bir konu olmadı. Oysa benden etkilenen ustalar da var ve bunlar medyada da zaman zaman yer aldı.
Chicagho Tribune gazetesi sanat eleştirmeni Alan Artner, bu konuda şunları söylüyor: “Sanat tarihinde herhangi bir ustaya baktığımda mutlaka az da olsa geçmişteki bir ustadan iz görebiliyorum. Yücel Dönmez’in resmine baktığım zaman herhangi bir ustadan iz göremiyorum fakat Türkiye penceresinden bakıldığında geleneksel sanatlarından, kültüründen izler görülebiliyor bu da doğru yolda olduğunu ortaya koyuyor.”
Sanat açısından Türkiye’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Görsel sanatlarda sanatçının arkasında mutlaka ülkesinin bulunması gerekiyor ki uluslararası platformlarda ülkemizin sanat açısından önü açılsın. Bugüne kadar bu konuyu göz ardı ettiğimiz için dünya sanat piyasasında ülkemizin adı pek geçmiyor . Sanata meraklı birçok zengin insanımız sanat piyasasını yanlış yönlendiren müzayede şirketlerinin kurbanı olarak, sanata yatırım yapmaktan vazgeçtiler ve yabancı sanatçılara yatırım yapmaya başladılar… Üç beş kişi ceplerini doldurma pahasına, görsel sanatlarımızı linç ettiler. Bugün sanatçılar zor durumda ve atölyesinin kirasını ödemekte zorluk çekenleri duyuyoruz. Birçok sanatçı resim yapmaktan uzaklaştı.
Sanatın durumu böyleyken Güzel Sanatlar Fakültelerinin sayıları da gün geçtikçe artıyor. Elbette bu da güzel bir şey -fakat bu fakültelerden mezun olanların çoğu bir üniversite bitirmiş olmaktan başka bir şey kazanmış olmuyorlar- çünkü sanatçı, bir kuşak oluşturma açısından önemlidir. Çünkü sanatçı kuşağı olan ülkelerin ekonomileri de daha iyi oluyor. Ülkemizdeki zengin insanlar ülkemizin ve çocuklarının geleceğini düşünüyorlarsa mutlaka sanata destek olmalıdırlar ki ülkemizde sanatçı bir kuşak oluşturabilelim ve bu devam etsin.
Türkiye’de sanat adına çalıştıklarını ileri süren kurumların gerçekte kendilerini aldattıkları da ortada; çünkü bugüne kadar hiçbir sanat kurumu örneğin bana ulaşmadı ve ben ulaştığım zaman da görmezden geldi. Ülkemdeki eş, dost, akraba menfaat ilişkileri ile sanat yürütülürse sonuç bugün gördüğümüz gibi olur. Ülkemizde bir tek Elgiz Müzesi kendi çapında örnek bir müzecilik sergiliyor. Onun dışındakilerin ülkemiz sanatı ile ilgili sanatımızı ileriye taşıyacak bir şeyler yaptıklarını pek göremiyoruz…

Genç sanatçı adaylarına tavsiyeleriniz nelerdir?
Genç sanatçı adaylarına tavsiyem; köklü araştırmalar yaparak kendi üsluplarını geliştirme yoluna gitmeleridir. Birilerinin yaptıklarından esinlenilerek de sanat yapılır, fakat önemli olan kendi coğrafyamızdan yola çıkarak çağdaşı etkileyecek çalışmalar yapabilmektir. Güzel sanatlar fakültelerinde öğrenciler ile kendi yollarını bulma açısından önemli çalışmaların yapılmadığını görüyoruz. Eğer yapılmış olsaydı sürekli benzer işler görmezdik. Ne yazık ki; Türkiye’de müze anlamında açılmış olan kurumların koleksiyonlarında benzer işleri gördüğümüz gibi, bir müzede yer alamayacak derecede işler de görebiliyoruz. Bir sanatçının müzeye girebilmesi için mutlaka bulunduğu ülkenin sanatına yeni bir şeyler katmış olması veya dünya görsel sanatlarında bir yenilik yapmış olması gerekir. Oysa bizdeki müzelerde bu konu göz ardı edildiği için çoğu müzemiz sadece birer gezi yeri olarak önem kazandı. Yani sanatsal önemden çok insanların çeşitli sanat eserleri görebilmek ve vakit geçirmek için gittikleri bir yer olarak akıllara kazındı. Bunun arkasında da müze kurulurken müzenin belli bir kritere dayandırılmamış olması yatmaktadır. Oysa müzelerin belli kriterleri vardır ve o kriterleri tutturmuş olan sanatçılar ve eserleri müzenin ana kısmında sergilenirken, diğer bölümlerde ülkedeki çeşitli sanatlardan seçilmiş örneklere yer verilir ki Türkiye gibi görsel sanatlar açısından dünya sanat platformunda ağırlık kazanmamış ülkelerde sanatın önü açılmış olsun.
Örneğin benim Elgiz Müzesi koleksiyonunda bir eserim var fakat diğerlerinde nedense yok. Düşünüyorum da demek ki benim sanatımı değerlendirecek derecede uzmanları yok o müzelerin J Çünkü Amerika’nın önemli bir müzesinden sanatımı dünyaya açarken herhâlde o müze yetkilileri bizdeki bazı müzelerin uzmanlarından(!) geri değillerdi sanat açısından…
Sanatçının biyografisi ve çalışmalarını incelemek isteyenler için :