
Kendimden utanmalı mıyım bilmiyorum ama Zümrüt Apartmanı kitabını okumadım hatta birkaç güne kadar adını bile duymamıştım. Fakat malum olaydan bir arkadaşım vasıtasıyla haberdar oldum. Sözü edilen kitaptan alınmış bir sayfanın ancak birkaç satırını okumaya tahammül edebildim. Bu satırlar, tahammül sınırımın dışında olsa da söz konusu kişinin ve yayınevi sahibinin iddia ettiği gibi ortada edebi bir eser var da ben eski kafalı olduğum için mi göremiyorum diyerek şiir de yazmış olduğunu öğrendiğim Abdullah Şevki’nin şiirlerine bir göz attım. Evet birkaç güzel şiiri var denebilir. Ancak birkaç şiiri de var ki söz konusu olan romandaki satırların tesadüfi ya da yazarın tabiriyle “kirli roman akımı”na dâhil olmadığını ya da ben bilmiyorsam eğer “kirli şiir”akımı diye bir de şiir akımı olduğunu düşündürüyor. Şiir konusunda uzman olduğumu düşünmesem de şiirin tamamen duygu işi olmadığını bilirim. Fakat Abdullah Şevki’nin şiirlerine baktığınızda özellikle birkaç şiirinin oldukça yoğun bir duygu ifade ettiğini görmezden gelmenin mümkün olmayacağını düşünüyorum. Abdullah Şevki’nin şiirlerini incelediğimde özellikle Dans Edemeyen Fallus, At Kıçı ve Ekşi Cam, Sacide Hanım ve Dolmalar, Tecavüz, ve WC(1) adlı şiirlerinin genelde sapkın bir cinsellik teması etrafında geliştiğini ve cinayet, insana ve hayvana tecavüz, pedofili ve nekrofiliden bahsettiğini söyleyebilirim. Söz konusu şiirler(!) çeşitli internet sitelerinde yayımlanmış.
Öğrencim Hakan Erol’un,”Kimse kusura bakmasın… “Pedofili” skandalı Türk edebiyatının utancıdır”(2) başlıklı yazısında da belirttiği gibi Türk edebiyatının önemli dergileri de -umarım bu şiirleri yayımlama gafletine düşmemiştir -Abdullah Şevki’nin şiirlerine yer vermiş, onca genç, nitelikli şair ve yazar adayı tek bir şiir ya da öyküsünün yayımlanmasını hayal ederken ve edebiyat çevresindeki zat-ı muhteremleri tanımadıklarından yayımlatamazken. Demek ki Türk Edebiyatı Cenap Şahabettin, Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Nazım Hikmet, Cemal Süreya, Ahmet Arif, Hasan Hüseyin, Sezai Karaçok vs. den sonra bize Abdullah Şevki’yi layık görmüş. Bu vesileyle umarım edebiyat ve sanat çevreleri de durup biraz kendilerine bakarlar ve en azından yarışmalara jüri üyesi belirlerken kendi cemaat ve cemiyetlerinin dışına çıkıp birbirleriyle iyi anlaşamayan kişileri seçerler de sonuç gerçekten edebiyat ya da sanat lehine olur.
Gelelim romana… Elbette ki roman gibi kurguya dayalı bir edebi türde her cümlenin yazarın kendi düşünceleri olduğunu düşünmek doğru değildir, fakat her eserde yazarından veya yazarın yaşadığı dönemden izler bulabilmek ve en az üç kitabını okuduğunuzda bir yazarın hangi temalar etrafında dolaştığı veya kurgusunu nasıl oluşturduğu hakkında bir fikir edinmek mümkündür. Elbette ki bir insan düşündüğü kötü bir şeyi eyleme dökmedikçe suçlu kabul edilemez ve Zümrüt Apartmanı adlı romanda pedofilinin bu kadar yoğun biçimde işlenmesi yazarın kurgusu kabul edilebilir, belki de insanları bu derece rahatsız edebileceğini düşünememiştir denilebilir. Fakat sadece bir internet sitesindeki yirmi şiirden altı tanesinde cinayet, insana ve hayvana tecavüz, pedofili ve nekrofiliden söz ediliyorsa bu düşündürücüdür ve okuyan kitlenin teşviki manasını da içermektedir. Kısacası evet, tacizi, tecavüzü sokakta durduramıyorsak bari kitapta durduralım.
Zümrüt Apartmanı gündeme geldikten sonra Elif Şafak’ın Mahremi de benzer satırlar içerdiği söylenerek gündeme geldi ancak bu nokta da romanın anlatıcısı ve kullandığı dil de göz ardı edilmemelidir. Elif Şafak’ın birkaç romanını okudum fakat ne kurgu ne de dil olarak beğenirim. Mahrem kütüphanemde var fakat o kadar ilgimi çekmemiş ki romana dair hiçbir şey hatırlamıyorum. Romanda geçen söz konusu satırları yeniden okudum. Elbette romanı yeniden okuyup değerlendirmek çok daha doğru bir tespit olacaktır ancak iki romanın söz konusu bölümleri arasındaki farkı kısaca şöyle özetlemek mümkün: Zümrüt Apartmanı’nda olay, tacizi gerçekleştiren roman kahramanı tarafından anlatılıyor hem de teşvik edici bir biçimde anlatılıyor; Mahrem’deki söz konusu satırlarda ise olay, yazar anlatıcı tarafından tacize uğrayan çocuğun gözünden aktarılıyor ve çocuğun dünyasını karartan bir olay olarak niteleniyor. Peki, Mahrem’de bu kadar detaya gerek var mıydı, derseniz bence yoktu. Gerçek dünyada kötülüğü yeterince yaşıyoruz, bari kurgu dünyasında “uçurtmayı vurmasınlar.”
Biliyorum bazıları tarafından sansürü savunmakla suçlanacağım ama ben Atila İlhan’ın Nazım şiiri okudu diye okuldan atıldığı, şairlerinin, yazarlarının sadece düşünceleri, inançları nedeniyle sürgüne gönderildiği, demir parmaklıklar ardına atıldığı bu ülkede Abdullah Şevki’nin bir pedofilinin duygularına tercüman olacak nitelikteki satırlarını okuyamayacağım diye üzülmeyeceğim. Ve gençlerimizin aynı zamanda bok üzerine bir de denemesi bulunan Abdullah Şevki’nin “uzzuuuuuun uzun/ bokabakıyorum/ uzzuuuuuun uzun helâda” dizeleriyle başlayan WC adlı “boktan” şiirini okuyacaklarına Cenap Şahabettin’in “Gel bu akşam da ser-be-ser güzelim/İhtizâzât-ı leyli dinleyelim” dizeleriyle başlayan şiirini okumalarının –anlamasalar bile müziğini hissedebileceklerinden – çok daha faydalı olacağını düşünüyorum. (Cenap Şahabettin, kullandığı dil nedeniyle gençler tarafından anlaşılamayacağı için örnek verilmiştir. Türk edebiyatının büyük şairlerinden biri olduğu tartışılamaz.)
Takıldığım bir diğer konu ise romanın ismi. Yazarın yaşındaki birinin “Zümrüt Apartmanı”sözcüklerinin Türk insanının hafızasında nasıl korkunç bir yer edindiğini bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Zümrüt Apartmanı, 2 Şubat 2004’te Konya’da çöken ve 92 kişiye mezar olan apartmanın adıdır. Şimdi soruyorum size şiirlerini ve romanını okuyunca aklımıza cinayet, insana ve hayvana tecavüz, pedofili ve nekrofili kelimeleri gelen bir yazar, içerisinde okumaya cesaret edemeyeceğimiz satırların bulunduğu bir romana Zümrüt Apartmanı adını veriyorsa tesadüf müdür?
(1)Şiirlerden alıntılanması gereken dizelere özellikle yer verilmemiştir.
(2) https://odatv.com/pedofili-skandali-turk-edebiyatinin-utancidir-29051906.html