Irmak Yalçın: Meret Oppenheim: Sürrealizmin Cesur Kadını ve Çarpıcı Eserleri

Share Button

Giriş

Alman kökenli İsviçreli ressam Meret Oppenheim, 6 Ekim 1913’te dünyaya geldi. Babası Alman, annesi ise İsviçreliydi. Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ailesiyle birlikte Almanya’dan İsviçre’ye taşınmasına neden oldu (Britannica, n.d.). Sanata olan ilgisi, yazar ve illüstratör olan babası ile büyükannesi Lisa Wenger-Ruutz’un teşvikiyle şekillendi (National Museum of Women in the Arts, n.d.).

Bu ilgi doğrultusunda, 1929’da Basel’deki Kunstgewerbeschule’de sanat eğitimine başladı ve 1930’a kadar burada öğrenim gördü. Daha sonra Paris’e taşınarak 1932’de kısa bir süre Académie de la Grande Chaumière’e katıldı (Soytürk & Zöngür, 2021, s. 148).

Paris, Oppenheim’a dönemin önde gelen avangart sanatçılarıyla tanışma fırsatı sundu. Sanat dünyasına adım atmasını sağlayan bu ortamda, Man Ray, André Breton ve Jean (Hans) Arp gibi isimlerle yakın ilişkiler kurarak sürrealist çevrenin içine hızla dâhil oldu (Mansén, 2018).

1933 yılında Paris’te Salon des Surindépendants’ta üç eserini sergileyerek dikkat çekti (Britannica, n.d.). Man Ray ile tanışmasının ardından onun ilham perisi haline geldi ve Érotique Voilée (1933; “Erotik Örtülü”) adlı eser için modellik yaptı. Bu çalışmada, büyük bir baskı makinesi çarkının arkasında çıplak olarak yer aldı; sol ön kolu ve eli siyah mürekkeple kaplıydı ve alnına yaslanmıştı. Eser, 1934’te Sürrealist hareketin dergisi Minotaure’da yayımlandı (National Museum of Women in the Arts, n.d.)

Zamanın Ötesine Geçen Sanatçı: Meret Oppenheim’in Traccia Sehpa’sı

Meret Oppenheim’in Traccia Sehpa adlı eseri, döneminin ötesinde bir tasarım anlayışı sergileyerek, günümüz endüstriyel tasarımlarına ilham kaynağı olmuştur (Cassina, n.d.). Oppenheim’in sanatsal vizyonu ile doğaya olan derin ilgisinin birleşimi sonucu ortaya çıkan bu eser, 1939 yılında tasarlanmış ve sürrealist sanat anlayışını mobilya tasarımına taşıyan önemli bir çalışma olarak kabul edilmektedir.

Bu masa, fantastik mobilya sergisi kapsamında Max Ernst ve Leonor Fini ile birlikte René Drouin ve Leo Castelli’nin Paris’teki galerisinde sergilenmiştir (Cassina, n.d.). Sehpada yer alan bronz döküm kuş ayakları, endüstriyel tasarıma zarif bir gönderme yaparken, masa yüzeyindeki tüy izleri, eserin doğadan ilham alarak şekillendiğini ortaya koymaktadır (Mozaik, n.d.). Bunun yanı sıra, bu dokular Oppenheim için kuş bedeninin sanatsal bir yansıması olarak da değerlendirilebilir. Oppenheim kuş bedenini basit bir dille ve zarafetle anlatmış daha önce görülmemiş biçimde sanat dünyasına eserini vakfetmiştir.

Oppenheim, bu tasarımıyla gündelik objelere sürrealist ve sanatsal bir perspektifle bakmayı göstermiştir. Eserin üretimi, 1972 yılında Dino Gavina tarafından gerçekleştirilerek endüstriyel üretime geçmiştir. Günümüzde Cassina tarafından üretilmeye devam eden Traccia Sehpa, sanat ve tasarım dünyasında ikonik bir parça olarak kabul edilmektedir (Cassina, n.d.).

Meret Oppenheim’in Sürrealist Eseri

Meret Oppenheim’in ‘ My Nurse’ adlı eseri, tıpkı Traccia Sehpası ve Object gibi, gündelik nesnelere sürrealist bir bakış açısı ile yaklaşmıştır.

Eserin ismi 1936 yılında yaratılmış ve 1967’de yeniden üretilmiştir. Eserin adı, Fransızca, İngilizce ve Almanca olmak üzere üç farklı dilde verilmiştir ve “Benim Mürebbiyem – Hemşirem – Dadım” anlamına gelir (Moderna Museet, n.d.).

Tarihçi Elisabeth Mansén’e göre, eser Oppenheim’ın mürebbiyesinin baştan çıkarıcı tatlılığından ilham almıştır (Mansén, 2018). Bağlanmış ayakkabılar, izleyiciye servis edilen bir kadının bağlı bacaklarını çağrıştırarak, kadın bedeninin tüketim nesnesi haline getirilmesine dikkat çeker (Creative Flair Blog, 2024).Freud’un bilinçaltı ve cinsellik teorilerinden esinlenen Oppenheim, bu eseriyle kadın bedeninin metalaştırılmasını ve arzulara hizmet eden bir obje hâline gelmesini eleştirir (Apollo Magazine, 2023).Sanat tarihçileri, ayakkabıların yemek sunumuna benzer şekilde düzenlenmesini, kadınların tarih boyunca maruz kaldıkları toplumsal baskıları ve hizmetkârlık rollerini sorgulayan bir metafor olarak değerlendirmiştir (Moderna Museet, n.d.).

Eserde kullanılan beyaz ayakkabılar ise masumiyet, saflık ve estetik güzelliğin bir simgesi olarak yorumlanması ile beraber masumiyetlerinin zorla ellerinden alındığını da göstermektedir.

Sürrealist sanatçılar, kadınlara sanatsal anlamda özgürlük tanır fakat kadın sanatçılar, sanat dünyasında kendilerini var etmeye çalışırken zaman zaman sanat dünyası tarafından baskılanmışlardır.

Meret Oppenheim ve Çarpıcı Eseri: “Object” (Le Déjeuner en Fourrure)

Meret Oppenheim’in 1936 yılında yarattığı Object (Le Déjeuner en Fourrure), sürrealist sanat akımının en dikkat çekici eserlerinden biri olarak kabul edilmektedir (MoMA, n.d.).

Eser, gündelik nesnelerin işlevselliğini ve anlamlarını sorgulatan bir yaklaşım sergilemektedir. Bir çay fincanı, alışılmış kullanım biçimi nedeniyle içecek tüketimiyle ilişkilendirilirken, kürkle kaplanması izleyicide hem hayret hem de rahatsızlık uyandıran bir estetik etki yaratmaktadır (Smarthistory, n.d.).

Bu rahatsızlık hissi, toplumsal ve kültürel normlarla şekillenen algılarımızdan kaynaklanmaktadır—belki de nesnelerin kullanım alanlarını ve form sınırlarını kendimiz belirliyoruz. Aynı zamanda, birbirinden tamamen farklı materyallerin bir araya getirilmesi, sanat eserinin izleyicide beklenmedik bir estetik algısı oluşturmasını sağlamaktadır (Apollo Magazine, n.d.).

Bu yaratım süreci, sanatın sınırlarını zorlayan ve alışılagelmiş düşünce kalıplarının dışına çıkan sanatçıların, yenilikçi eserler yaratma cesareti gösterdiğini ortaya koymaktadır. Meret Oppenheim’in Object (Le Déjeuner en Fourrure) eserinin doğuşu, Paris’te Café de Flore‘da gerçekleşen bir sohbetten ilham almıştır (MoMA, n.d.). O dönemde tasarımcı Elsa Schiaparelli için kürkle kaplanmış bilezikler yapan Oppenheim, Picasso ve Maar ile oturduğu masada bileziklerinden birini takıyordu.

Picasso, bileziği gördüğünde esprili bir şekilde, “Her şey kürkle kaplanabilir!” dedi. Oppenheim bu fikri daha ileriye taşıyarak, “Hatta bu fincan ve tabak bile” yanıtını verdi ve şakayla başlayan bu fikir hızla bir sanat eserine dönüştü (Smarthistory, n.d.).

Oppenheim, bir mağazadan sıradan bir çay fincanı, tabak ve kaşık satın alarak, onları Çin ceylanı kürküyle kapladı ve sürrealizmin en çarpıcı eserlerinden birini ortaya koymuş oldu (Khan Academy, n.d.).

Oppenheim, Picasso ve Maar ile yaptığı sohbeti yalnızca bir şaka olarak görüp geçebilirdi; ancak sanatın dönüştürücü gücünü fark ederek onu bir esere dönüştürmeyi seçti ve böylece çağdaş sanat tarihine unutulmaz bir iz bıraktı. Sanatsal bakış açısını özetleyen şu sözleri, onun yaratıcı yaklaşımını anlamak açısından büyük önem taşımaktadır:

“Gerçek yaratıcılık, sınırları aşma cesaretinden doğar.” (Oppenheim, akt. MoMA, n.d.).

KAYNAKLAR

Share Button

Yorumlar kapatıldı.