Bedri Baykam: Türkiye’de sanat hak ettiği yere geliyor, peki siyasiler nerede?

Share Button
Contemporary Istanbul – Piramid Sanat

18. Contemporary İstanbul Sanat Fuarı, Haliç Tersanesi’nde kapılarını açtı. 22 değişik ülkeden 67 çağdaş sanat galerisi, dört inisiyatif ve dört sanat kurumunun katıldığı fuar yine yoğun ilgi görüyor.

İngiliz gazeteci ve sanat insanı John Payne açılış yemeğinde sohbet ederken şu cümleyi kullandı: “Burada gördüklerimiz şu anda Paris’te veya Londra’daki etkinliklerin çok önünde!” Tabii ki bunu duymak insanın

DEVAMINI OKUYUN
Share Button

Bedri Baykam: Miami Artweek, Dünya Kupası ve Emperyalizm

Share Button

Sanatsever, koleksiyoner, galeri ve kurum yöneticileri Miami’ye akın etti. Otellerde yer kalmadığı gibi restoranlar bile tıklım tıklım doluydu. Belki milyonlarca sanatsever kentin damarlarında gezinip kâh trafik tıkadılar kâh para akıttılar kâh çözümsüzlük yarattılar.

Türkiye’de de inanılan bir kent efsanesi vardır: Birçok aktivite aynı anda yapılırsa daha çok katılım olur. Maalesef bunun gerçekle pek bir alakası yok. Çünkü insanlar dört günlüğüne

DEVAMINI OKUYUN
Share Button

Bedri Baykam: Başağa ve Arbaş’ı Foça’da Andık.

Share Button

FOÇA’DA MUTLU OLMAK DOĞAL BİR DURUM!

Küçük ve şirin bir Ege ilçesi düşünün…  Saldırgan turistik işletmelerin, insanı denizden ve hatta yaşamdan soğutan,bangır bangır, sözde ritmik özde karaktersiz gürültünün yeralmadığı, sakin ve artık maalesef unutmaya yüz tuttuğumuzhalka açık nefis sahiller, güzel restoranlar, mağazalar, barlar, güler yüzlü medeni insanların barış ve mutluluk içinde yaşadıkları bir “kasaba”… Foça’dan

DEVAMINI OKUYUN
Share Button

Bedri Baykam: The West And The Rest: Find The Differences!

Share Button
Bedri Baykam

ICOM Almanya, Uluslararası Müzeler Konseyi, yılda bir kez çıkardığı dergide Bedri Baykam’ın “Batı ve Dünyanın Geri Kalan Kısmı, Aradaki Farkı Bulun”* başlıklı Almanca makalesini yayınladı. PDF’de 60-62. sayfalar arası görebilirsiniz. Makalenin İngilizcesini de aşağıda bulabilirsiniz.

Dear ICOM member friends,

It’s a pleasure to be together with you with this article. I will be frankly open and I believe that this dialogue is very important for all of us! So,

DEVAMINI OKUYUN
Share Button

Bedri Baykam: Sanat Ortamımızın Ateşle İmtihanı

Share Button

Türkiye’de yalnız yaşayıp, pencerelerinden mahallede oynayan çocukları izleyen teyzeler bile, bir kaleci çok yakışıklı olsa da, bunun onun “en iyi kaleci” olduğunun işareti sayılamayacağını bilirler.

Türkiye’deki sanat koleksiyonerlerinin önemli bir kısmı, bu teyzelerin futboldan anladığı kadar sanat ortamının alfabesini bilmiyorlar.

40 yıl önce, sanata ister pul koleksiyonculuğu özeni ile ister hastalıklı bir tutku ile bağlı olsunlar, koleksiyonerler maddi olanakları oranında, kendi zevklerine göre eser alır ve onlarla yaşamak isterlerdi. Peki bugün aynı yöntemler uygulanıyor mu?

=&0=& Ne kadar parayı, ne kadar “uyanık” şekilde nasıl kullanıp, kimlerden kaç adet eser almayı başardıklarını insanlara gösterebilmek! “Ne? Sen Osman’dan 80’e mi aldın! Ha ha, ben 60’a aldım!”, “Ne? Sen Fatma’dan daha bu sene yeni mi iş aldın? Ben 3-4 yıl önce fiyatları bunun yarısıyken aldım!”, “Ne? Sen Mahmut’tun işlerini galeriden mi aldın? Ben atölyesinden yarı fiyata aldım”. “Ben 5 yıl önce aldığım Marta resimlerini geçen yıl %50 karla sattım. O parayla şu genç ressamın atölyesini kapattım! Gör, 3 yılda ne prim yapar!” Bu liste böyle uzar gider. Konuşulanlar hep kim kaça almış, kaça satmış, kim ne kar, ne zarar yaptı üzerinden yürür. Kurulan cümleler artık hep ekonomik yorumlardır: “Dolar bazında değmez bir yatırım”, “Bu parayı bunlara yatırırsan en az beş yıl kar beklentin olmasın”. Bu yorumların hiçbirinde, sanatçının o eserinde veya o serisinde ne anlatmak istediği, eserin onda uyandırdığı karşı konulamaz hisler veya o sanatçının işlerinin 20 yıldır nasıl zenginleşerek ilerlediği gibi veriler yoktur. =&1=& yoktur. Bir resmin =&2=& adayı olarak, fiyat dahil nasıl her alanda fark yaratma kapasitesine sahip olduğu yoktur. Bir sanatçıya ömür çizgisi üzerinden inanarak ondan tutku ile eser toplama yoktur. Bir sanatçının hak etmediği durumlara düşürülmesine isyan ettiği için inadına ondan yapıt alan insanların şövalye ruhu yoktur. Bu insanlar, fışkıran ekonomik dehalarını bir teşhirci gibi duyurup tatmin olma peşindedirler. Aynen kimi müzayedelerde toplu histeri içinde hareket etme ve birbirlerinin kalkan ve kalkmayan ellerini gözeterek dedikodu ve kolektif sessiz “mimetizm” içinde aldıkları kararlarda olduğu gibi…

=&3=&

Sanat alıcısının hiç bilmediği noktalardan biri de, bir eserin yapıldığı yılın, o resmin en önemli verisi olduğudur. Sanat tarihi, her şeyden önce yapıtların doğum tarihleri ile ilgilidir. Bu hafta Akaretler ArtWeek’de karşıma Elvira Bach resimleri çıktı. Bizim kuşağın Yeni Dışavurumcu ekolünün Berlin hattından gelen bir sanatçıydı. 40 yıl önceki sergilerden bildiğim, dostum Fetting veya Salomé ile çeşitli sergilere katılmış, kariyer yapmış bir sanatçı. Evet, belki kendi çizgisinde devrimlere imza atmamış ama yeni dışavurumcu hattın içinde yerini korumuş bir isim… O yapıtlara bakan Türk alıcısının benzer bol renkli figüratif işler yapan genç sanatçılarla nasıl haksız yere eşdeğer bakabildiğini düşündüm. “Ne yani bu resimler on kere daha pahalı, sanki çok daha mı güzeller?” kıyaslaması, Türkiye’nin en eski müzesinin yalnız 15 yaşında olması ile ilgili bir eğitim sorunudur. Hangi sanatsal devrimi kimin yaptığı ve tarihe kalma ihtimalinin çok daha fazla olup olmadığı gibi temel konuların Türk piyasasında bir karşılığı yoktur. Ünlü eleştirmenlerin veya küratörlerin analizlerinin bir önemi yoktur. İki kaş göz ile birbirini yönlendiren paralı cehaletin ukalalığı, sanat tüccarlarının ellerindeki kurtulmaya çalıştıkları eserleri zorla yönlendirmeleri, sanatın gerçek tüm kriterlerini yok etmek konusunda adeta birbirleriyle yarış içindedirler. Bir eserin “ucuzluğu”, burada “öncülük” veya “yeni parlayan yıldız adayı” gibi temel verileri geçerek, ana kriter haline gelir! Bir başyapıtın veya en çok aşık olacağı bir eserin arayışı yok hükmündedir.

Ne? Sen hala Türk sanatçılardan mı iş alıyorsun! Yatırım değeri yok ki!” =&5=& DEVAMINI OKUYUN

Share Button

Bedri Baykam: ŞİMDİ SIRA BU COŞKUYU İKTİDARA TAŞIMAYA GELDİ!

Share Button

İçimiz umut dolu… Demokrasinin, seçme-seçilme hakkımızın uğradığı saldırı ve Ekrem İmamoğlu’nun yaşadığı haksızlığa karşı, bu sefer tartışılamaz bir farkla sandıktan çıkmak için haftalardır süren çalışmanın semeresini almamıza 4-5 gün kaldı… CHP ve İYİ Parti’nin öncülük ettiği, diğer partilerin de destek verdiği Ekrem İmamoğlu, var gücüyle İstanbul halkıyla buluşmaya devam ediyor. Mitinglerde, halk unuttuğu hayallerini, coşkusunu, Cumhuriyetçi kökenlerini buluyor tekrar.

Refah Partisi’nin kazandığı 1994 seçimlerinde, solun büyük partisi SHP, oylara sahip çıkma konusunda o kadar yokları oynamıştı ki… Akıl almaz ve mantıksız bir özgüvenle, kimsenin sandığa sahip çıkmadığı korkunç bir seçimdi. Merkez sağ ve merkez solun “sözde devlet adamı”, ihtiras dolu liderlerinin hiçbir ikazı dinlemeden birbirlerini kayıkçı kavgasıyla denize dökmeleri, o tarihte Tayyip Erdoğan efsanesini böylece birden siyaset sahnesine sürmüştü. O tarihten beri bu gaflet, ülkeye nelere mal oldu tabii ki hepiniz biliyorsunuz. Ama artık demokrasimiz o kadar ağır yaralar aldı ki, halkımızın en apolitik kesimleri bile uyandı! Genç iş insanları, TÜSİAD, futbol seyircileri, demokratik kitle örgütleri, her biri “taraf olmayan bertaraf olur” sözünü biraz zorla da olsa anlamış durumda.

Bu nedenle İmamoğlu ısrarla “Artık herkes konuşacak, iş insanları da konuşacak sanatçılar da konuşacak herkes konuşacak” diyor!

2002’den beri, yani CHP, SHP, DYP ve ANAP’ın RTE dönemini beraberce ve sorumsuzca ürettiklerinden beri, liderler arası canlı yayında tartışma izleyemedi sevgili ülkemiz. Erdoğan-Baykal kapışmasının üzerinden 17 yıl geçtikten sonra nihayet ilk defa lütfettiler de, Türkiye futbol maçlarından daha çok ilgi çeken bir tartışma yaşayabildik!

Yıldırım ve İmamoğlu arasında 2 değil, 3 saat süren açık tartışma, milyonları ekranlara kilitledi. Bence, AKP bu açık oturumunu niye kabul etti biliyor musunuz? Çünkü zaten İmamoğlu’nun kazanmakta olduğunu gördükleri için “karşı karşıya gelsinler bakalım belki bir gaf yapar oylar kayar, zaten kaybediyoruz daha kötü ne olabilir ki?” dediler! Bu arada ellerindeki tek sözde koz olan “Ordu Valisi’ne hakaret” iddiasını neresinden şişireceklerini bilemediler. Söz konusu kasette net bir hakaret olsa, herhalde troller sosyal medyada hepimize bunu ezberletirlerdi.

Son dört günde bu “münazara” ile ilgili sayısız yorum dinledik. Vallahi Binali Bey’in söylediği şeylerin neredeyse hiçbirini anlayamadım! “Dört pusula varken nasıl yalnız biri nasıl yanlış olur?” cümlesi hakkında da hiçbir gerekçe göstermeden orta yere anlaşılmaz yorumlar bıraktı. Her şey elinizde iken İBB’de yapmadığınız indirimleri İmamoğlu yaşamımıza soktuktan sonra mı programınıza aldınız?”sorusu da aynen havada kaldı.“Gönül belediyeciliği kazandı”afişleri hakkında Yıldırım yine ikna edici olamadı, çünkü o afişlerde kazanan ilçe başkanlarının değil, kendi fotoğrafı yer alıyordu! Binali Bey “İBB’de kişisel verilerin neden kopyalandığı”=&6=&sorusunu İmamoğlu’na sordu. Halbuki bu verilerin tamamı kamuyu ilgilendiren halka açık verilerdi. Kim neden gocunuyor bu kopyalamalar nedeniyle ben anlayamadım. İBB’nin ihale ve diğer ticari faaliyetleri, “devlet sırrı” veya “ticari sır” olabilir mi? Neyse geçti artık, sayfayı çevirelim, o gün sarf edilen sözler arasında, şaşırtıcı, anlamsız yersiz bulduğum başka yorumlar da vardı ama artık Pazar’a odaklanalım.

CUMHURBAŞKANI YİNE ŞAŞIRTMAYI BAŞARDI!

Tartışmasız en ilginç demeci veren yine Cumhurbaşkanı oldu! Bu sefer de evvelsi gün, kendisinden şunu öğrendik: =&10=& DEVAMINI OKUYUN

Share Button