UTKU VARLIK,CAMERA OBSCURA: ALEM DERGİSİ’YLE ” CONTEMPORARY İSTANBUL “A UÇMAK!

Share Button

Bu yıl yeni mekânı Tersane İstanbul’da 16. edisyonunu sanatseverlerle buluşturan Contemporary Istanbul özel bir davetle kutlandı. Tersane İstanbul’da gerçekleşen geceye; ALEM Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Gözde Yörükoğlu Ersu, Burcu ve Hakkı Yıldız ile Contemporary Istanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli ev sahipliği yaptı. House Of Brothers topluluğunun da yer aldığı gecede şık bir ambiyansa Jazz Band’ın caz müzikleri eşlik etti. İstanbul’un Haliç manzarasına karşı sanat dolu sohbetlerin edildiği davette sanatçılar, koleksiyonerler, sanatseverler, galeri sahipleri bir araya geldi. Akşam saatlerinde başlayan davette konuklar uzun bir aradan sonra buluşmanın heyecanı içerisindeydiler. Ali Güreli davet ile ilgili, “ALEM Dergisi ile düzenlediğimiz bu geceyi aile buluşması olarak planladık. Contemporary Istanbul’un 16. edisyonu içinde yer alan davetlilerimizle beraberiz. Contemporary Istanbul’un bu seneki edisyonu İstanbul’a yakışan bir fuar olacak. Uluslararası bir fuara imza atıyoruz. 16 sene önce ismimize karar verirken meğerse bugünleri düşünmüşüz. Tersane İstanbul, şehrin tüm özelliklerini taşıyor ve Contemporary Istanbul ile buluşuyor. Biz bu gece burada bu heyecanı paylaşıyoruz.” ifadelerini kullandı. Dirimart’ın kurucusu Hazer Özil ise bu seneki buluşmayla ilgili düşüncelerini “Contemporary Istanbul bizim için en önemli projelerden birisi. Tersane İstanbul’da geçmişle geleceği birleştirmeyi hedefliyoruz.

Geçen ay aldığım bir mesaj:

 “Utku Bey merhaba,

Ben ALEM Dergisi kültür-sanat editörü Kübra Bıçak. Paris’in Londra’dan sonra Avrupa’nın sanat başkenti olması konusunda dosya konusu oluşturuyorum. Sizden de bu konuda görüş almak isterim. Eğer siz de uygun görürseniz. Heyecanla dönüşünüzü bekliyorum.

Sevgiler, Kübra”

Bu hanım derginin sanat yönetmeniymiş ama açıkça bu dergiden haberim yoktu, şöyle bir göz attım, evet renkli basın ve bizim “sosyete dergisi” dediğimiz cinsten, genellikle kuaförlerin bekleme alanlarında bulunur. Niçin olmasın, bu derginin okuyucuları genellikle özel davetler, açılışlar, kokteyller vs. derginin çekeceği fotoğrafları, kendi “albenilerini” bilerek abartırlar; attığı kiloları ya da Bodrum güneşinin çekim alanında geçen yaz’ı anımsatmak; sezonu karşılamak adına yeni alınan bir kostümü de sergilemek, genellikle kıskandırmak istekleri vardır bunda. Çok ilginç, bu dergiler satar çünkü yalnız kendini sergileyen almaz, alt yapıdaki insanların “düş bahçesidir” bu dergiler. Enflasyonun tavana vurduğu bu ülkenin meçhul insanları; belki on dakika o portrelerin kadrajında kendini hayal edecek, Ali Güreli’nin monden yemeğine davet edilmiş, biraz sonra ultramodern galerileri elinde bir kadeh şampanya, küratörlere takdim edilecek!

Kabul ettim yazıyı, belki biraz aydınlatabilirim bu zengin ülkelerdeki “contemporary şamatası”anın ne olduğunu, kim manipüle ediyor, amaç ne, paranın döndüğü yer (neresi), Fransa bunu sahiplendi; bizim ülkemizle ne ilgisi var (anlatmak)amacıyla. Yazıyı yolladım ve Kübra Bıçak’tan bir kutlama yanıtı geldi ve yazının eylül ayında yayınlanacağını da bildirdi:

“Utku Bey merhaba,

Yazıyı eylül ayında yayınlayacağız. Fransa’daki galerilerden cevaplar geç geliyor. O yüzden biraz gecikti. Ben yayın tarihi belli olduğunda sizi mail yoluyla bilgilendiririm.

İlginiz için tekrardan çok teşekkür ederim. Sevgi ve saygılarımla,

Kübra”

Benden istenen ve beğenilerine ters düşen, yayınlanmayan konuşmam. Bu konuda Kübra Bıçak da ortadan yok oldu!

KONUŞMA

1 – Paris’in sanat dünyasındaki yeri hakkında neler söylemek istersiniz?

Bugün “Çağdaş Sanatı”, dolayısıyla sanatı Paris yönetiyor; yalnız sözüm plastik sanatlara değil tiyatro ve müzik… Sanat tüm çağlarda “ekonomik” güçlerin yönettiği bir kurguydu, yani değişen bir şey yok! Yalnız Amerika’nın “Soğuk Harple” kazandığı “hegemonya”, dünya’ya kendi sanatçılarını, onların ters-yüz ettikleri pentürü sanat tarihine soktu ve giderek bu açılımda sanat da kabuk değiştirerek “contemporary” etiketiyle başka bir boyuta girdi. Tuvalden, atölyeden çıkıp sonunda “performans” ya da “hiç”; herkes sanatçı, her şey sanat olabilir özgürlüğüyle kendine başka bir yol çizdi. Ne yazık o sürede 80 yıllarının sonu, Paris’te pentür sergileyen önemli galeriler ya kapandı ya da fotoğrafa döndü. Bugün domination Paris’in elinde olmasına değin, kendi sanatçılarını daha bu uluslararası ray’a oturtamadı, bence artık sanatta ulusal kimlikten çok “global” bir kişilik söz konusu.

2 – İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkmasıyla pek çok galeri Londra şubesini ya küçülttü ya da kapattı. Galeriler ise Paris’e yeni yatırımlar yapıyor. Galerilerin bu hamleleri hakkında neler söylemek istersiniz?

İngiltere geçen yüzyıldan beri Çağdaş Sanatı yöneten ve manipüle eden en etkin Avrupa ülkesiydi, bence yine önemli bir potansiyeli var. Unutmayalım 80 yıllarda Charles Saatchi bu lobiyi tek başına yönetiyordu ve 1998’de sahibi olduğu ünlü satış evi Christie’s’i François Pinault’ya satarken – 1.2 milyar euro – ön plandan çekildi ama 80 yıllarında topladığı “Genç İngiliz Sanatçıları” örneğin Hirst, Tracey Emin vs. yine onunla çalışmayı sürdürdüler. Ama artık top Pinault’nun eline geçmişti, hızla bu sanatçıları da kendi fondation’ına bağladı. Londra galerileri her zaman ikinci planda, dışa biraz kapalı çalışırlardı, asıl dinamik Tate Modern’den yönetilir, dünyaya açılım gerektiğinde bu galeriler devreye girerlerdi, örneğin Emira ve tüm Arap ülkelerinde Çağdaş Sanatı pazarlama- yalnız Dubai’de on önemli İngiliz galerisi var- inanılmaz! Brexit’ten öte şu anda en önemli alternatif Fransa’da, en önemli dünyanın en zengin “contemporary” fondationları yine burada. Ünlü İngilizler son sergilerini yine Fransa’da yapıyor: David Hockney, Hirst – şu anda Fondation Cartier de “Çiçek Açmış Kiraz Ağacı” sergisini unutmayalım!

3 – Sanat dünyasında Avrupa’nın yeni sanat merkezinin Paris olacağı konuşuluyor. Siz bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Chiristie’s den öte yine en önemli satış evi Sotheby’s yine Pinault’nun, iki yıl önce %30 nu elinde tutarak bir başka Fransız milyarder Partick Drahi’ye 1.5 milyara sattı. 5000 eseri kapsayan koleksiyonunu önce Paris’te tutmak isterken politik nedenlerle olmayınca, kızarak Venedik, Palazzo Grassi’ye ve La Punta Della Dogana’ya yerleştirdi. Sonuçta Venedik’in yanı sıra Paris Belediyesi ona ünlü “Ticaret Borsası Sarayı”nı verdi ve bu yıl büyük bir törenle açıldı.

Milyarder Bernard Arnault’yu unuttuk, dünyada lüksün lideri ve geçen yıllarda açtığı “Fondation Louis-Vuitton”, aynen yine günümüzün en önemli sanatçılarının koleksiyonu ve de yine dünyanın en önemli sanat koleksiyonlarının retrospektifini yapıyor. Bu iki çağdaş mesen, Pinault ve Arnault’nun yanı sıra üst düzeyde  çok önemli 10 fondation sayabiliriz; bu güçte Amerika dahil hiçbir ülke Paris’le yarışamaz. Kanımca Amerika’nın belki işine geliyor: tüm bu Fransız koleksiyonlarının en gözde sanatçıları yine Amerikalı Jeff Koons, Cy Twombly, Richard Serra, Basquiat, Cindy Sherman, Wool, Schütte. Buna paralel yine dünya çapında en önemli sanat galerileri, Ropac, Gogosian, Templon, Kreo, Yvon Lambert, Karsten Greve vs. yine Paris’te.

4 – Son yıllara baktığınızda sanatsal gelişmeler açısından Paris ve Londra’yı nasıl yorumlarsınız?

Brexit’in sanata getirdiği ve de getireceği engeller daha su yüzeyine çıkmadı, Evrensel Sanat uluslararası bir “sirkülasyon”un gerektiği kolay açılımla yaşar; gümrükler, sınırlar, bürokrasi ve kaypak politika onu engeller. Fransa’nın başka bir avantajı çoğunlukla bilinmez; Kültür Bakanlığının, Çağdaş Sanatı desteklemek için kurduğu: “FRAC” – BÖLGESEL ÇAĞDAŞ SANAT FONU. Uzun bir süredir Fransa’nın önemli 12 bölgesinde açılan “Modern Sanat Müzeleri”ni desteklemek ve sürekliliği adına 60 milyon euro bütçesiyle, her bölgenin komitelerinin kendi sanatçılarının yapıtlarını satın alıp sergilemek, bu işlevleri de her yıl önemli bir katalogla duyurmak!.. İyi niyetle başlayan bu sanat fonu, giderek tüm galerilerin bu sistemi kendi sanatçılarına çevirmek, ünlü sanatçıların da aklınıza gelebilecek her şeyi kendi eseri gibi satarak önemli bir istismar kısa döngüsüne çevirmesine rağmen dışa dönük bir skandal olmadı yalnız bir gazetenin röportajında 350 bin ne mene obje’nin depolarda çürüdüğünü okumuştum. Çünkü Contemporary pentürü dışladıktan bu yana genellikle “enstalasyona”a dönük tüm kurgu’nun malzemesi: plastik, metal, kum, vs… Sonuç olarak Frac bu şekilde yoluna devam ediyor.

5 – Fransa!da yaşayan Türk sanatçı olarak Paris’teki son dönem sanatsal gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz? İlerleyen yıllarda sanat dünyasına bu durumun yansımaları nasıl olacaktır?

Paris’te yaşamamın bir nedeni de sanat adına dünyada olup biteni yerinde izlemek amaçlıydı. 1970 yılında geldiğim Paris, pentür adına en etkin kentlerden biriydi ve de malûm bizim sanatçılar!.. Sonuçta her şey tek tek başını alıp giderken, pentür de bundan nasibini aldı, “contemporary” kısa bir sürede tüm pentür galerilerini sildi süpürdü. Niçin öteki sanatların kaderi böyle olmadı, örneğin sinema, tiyatro, müzik, yazı sanatları, biraz sarsıntı geçirseler bile kendi içeriklerine dönüp, varoluşlarından taviz vermediler! Bence sanatsal bir gelişme diyemeyiz, kanımca “büyük bir “SAPMA”, ne yazık artık bu yenilik adına bizi şaşırtacak bir şey kalmadı: ne Jeff Koons’un kaniş balonları ne de Hirst’in formal’a yatırdığı köpek balıkları vs. Bu benim görüşüm ama şu anda örneğin François Pinault, Rennes kentinde kendi koleksiyonundan Maurizio Cattelan’nın işlerini sergiliyor; “Renkten Öte” serginin adı, yere yatırılmış mermer, 9 ölü, beyaz örtülere sarılmış, insan boyu; sergiyi gezenlerin kanısı: sanatın amacı acaba korkutmak mı, nasıl olur bu tonlarca mermer alınıp saklanır, bu kadar belâ, “sen de öleceksin” demek için mi?

İleriye dönük mesajım: Modern kaygısına kapılıp ve başını alıp giden sanat, tekrar pentüre dönüyor! Bu bir gerçek ama ne yazık, moda akımların dümen suyunda, boyalarını ve paletini çöpe atan ressamlar ve de sanat öğreten okullarda desen ve pentür tekniği atölyelerinin öğrenimden kaldırılması sonucu, genç sanatçılar da bilmiyorum ne yapacaklar!

MORAL

Biraz geç farkına vardığım ve Internet’te bu derginin kimliğinin arkasında yatan ekonomik yatırımın bir bankaya dayandığı ve de bu bankanın sahibinin de “çağdaş sanat”la yakın ilişkileri. Niçin benimle bu röportajı yapmak istediler ve vazgeçtiler? 

Hiç düşündünüz mü, kimin “Art Basel”den beklentisi olabilir? Evet o banka: bir kez merak ederek gittiğim bu fuarda ve fuara çok yakın kentin en lüks otelinde, Türk ziyaretçilere VİP salonu açan bu banka. Çok şaşırmıştım o kadar zengin ülke ve onların koleksiyoner milyarderi varken bize ne oluyor diye!

CONTEMPORARY İSTANBUL

Bu mekân restore edildi bir fuar alanı olarak kullanılacak kanımca; ilk kez “Contemporary” burada sergiliyor, yabancı galerileri getiremiyorlar, kendi kendine eğlenmek; belki bir kader. 

ALEM “What Collectors Collect” Sergisi

“ALEM olarak “What Collectors Collect” sergimizin üçüncü edisyonuyla Contemporary Istanbul’dayız. Devam niteliğindeki bu sergiler ile amacımız, sanatçı ve koleksiyonerler arasındaki zarif ve kırılgan, aynı zamanda son derece ilgi çekici ve çarpıcı olan ilişkiyi irdelemek. Bu sene Tersane İstanbul’un tarihi atmosferinde görsel bir şölen sunan CI’da sergimizi gezmek için sizi 208 numaralı A2’ye bekliyoruz.”

YARGI SİZİN, FAZLA BİR YORUM YAPMAK GEREKSİZ, SPOT PROJECT’İN İLK KONUĞUNUN KOLEKSİYONER EROL TABANCA OLDUĞUNU OKUYUNCA AKLIMA İSTER İSTEMEZ BENİ BU YAZIYI YAZMAK ZORUNDA BIRAKAN BAYAN KÜBRA BIÇAK GELDİ!

Share Button

Hakkında Utku VARLIK

Sanatsal eğitimine 1961 – 1966 yılları arasında Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Sabri Berkel atölyelerinde başlayan Utku Varlık daha sonra oyma baskı (gravür) ve taş baskı (litografi) atölyelerinde devam etmiştir. 1970 yılında Paris´e gitmiş, 1971 – 1974 yılları arasında Güzel Sanatlar Ulusal Yüksekokulu´nda George Dayez ile, 1973 – 1975 yılları arasında da Cachan Atölyesi´nde taşbaskı çalışmıştır. Sanat çalışmalarına halen Paris´te devam etmektedir. İlk önceleri dışavurumcu anlatımla figürlerini biçimlendiren Utku Varlık, 1960 ve 1970´lerde dönemin politik yaşamından etkilenerek yaptığı resimlerinde de bu anlatım biçimini kullanmıştır. Sanatçı özellikle 1975´ten sonra dışavurumcu anlatımdan uzaklaşmış ve düşsel bir anlatım biçimine yönelmiştir. Sanatçı için figür, sürekli ve asal olan doğanın yaşayan öğelerinden biridir ve yansımasını doğada bulur.

Yorumlar kapatıldı.