
ÉDOUARD MANET
I. İLK YILLAR[1]
Çeviren: John Ernest Crawford Flitch
İngilizceden çeviren: Deniz Gökduman
Édouard Manet, 23 Ocak 1832 tarihinde Paris’te, Rue des Petits-Augustins (günümüzde Rue Bonaparte) numara 5’te dünyaya geldi ve 2 Şubat günü St. Germain-des-Prés Kilisesi’nde vaftiz edildi. Üç erkek kardeşin en büyüğüydü. Babası, Louis-Philippe döneminde güç ve itibar kazanan, köklü ve müreffeh burjuvazi sınıfına mensup, varlıklı bir yargıçtı. Annesi, evlenmeden önceki soyadı Fournier olan hanımefendi de aynı sınıftan gelmekteydi. Annesinin babası diplomasi alanında görev yapmış, Mareşal Bernadotte’un İsveç tahtına çıkışıyla sonuçlanan müzakerelerde yer almıştı. Annesinin erkek kardeşi ise orduya mensuptu ve albaylığa kadar yükselmişti.
1848 Devrimi’nden önce —bu devrim, burjuvazinin iktidarını ellerinden alarak evrensel oy hakkının gelişiyle halkla daha çok kaynaşmasına yol açtı— burjuvazi gerçekten de ayrıcalıklı bir sınıf oluşturuyordu. Eski soyluluğa karşı savaşmış ve zafer kazanmış olan bu sınıf, ardından kendi hâkimiyet konumundan da yoksun bırakılmıştı. Yargı ve avukatlık mesleklerine kaynaklık eden bu hukukçu aileler, kendilerine özgü gelenek ve görenekleri kuşaktan kuşağa aktarıyorlardı. Klasik eğitimle yoğrulmuş, Palais’de geçerli olan retorik anlayışıyla yetişmişlerdi. Bu çevrede yargıçlığa yükselen kişiler belli bir nüfuz kazanıyor ve büyük bir saygı görüyordu. O dönemde yargıçlık, adeta kutsal bir görev gibi addediliyordu. Görevlerinin vakarına son derece önem veren bu kişiler, toplumun genelinde saygınlık kazanmışlardı. Seine Mahkemesi’nde yargıçlık yapan Édouard Manet’nin babası, ait olduğu burjuva sınıfının ve onun içerisindeki yargıçlar çevresinin tüm belirgin özelliklerini şahsında toplamıştı.
Bu bağlamda Manet’nin, adeta bir “mor kadife” içinde doğduğu söylenebilir. Eski geleneklerin hâkim olduğu bir atmosferde büyüdü. Hem toplumsal hem de ahlaki anlamda miras aldığı bu özellikler, tıpkı doğuştan gelen sanatsal sezgileri gibi hayatı boyunca onda derin izler bıraktı. Özünde, her zaman nezaket sahibi, kibar, görgülü, toplum yaşamını seven, salonlarda bulunmaktan hoşlanan; espritüel yapısı ve kıvrak zekâsıyla dikkat çeken, dünyaya açık bir insan olarak kaldı.

Böyle bir ortamda yetişmiş bir kişide, sanatçı olma dürtüsünün diğer tüm eğilimleri bastıracak kadar güçlü olması gerekir. Manet için şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: O, doğuştan bir ressamdı. Görme ve algılama yetisi öylesine güçlüydü ki, yaşamını resme adaması adeta kaçınılmazdı. Bu nedenle sanatsal eğiliminin erken yaşlarda kendini göstermesi ve ailesiyle çatışmaya yol açması doğaldı. Ailesi, onun hukuk alanında ya da kamu hizmetinde kariyer yapmasını planlamıştı. O dönemde devlet kolejlerinde verilen, üniversite tekelindeki klasik eğitimi tamamlayacak, ardından edebiyat alanında bakalorya diploması alacak, hukuk okuyacak ve avukatlık sınavını geçerek mesleğe adım atacaktı.
Ancak Manet, kendisi için çizilen bu geleneksel yolu izlemeye en ufak bir istek göstermedi. Genç yaşlarında, Vaugirard’da okul işleten Abbé Poiloup’un gözetimine verildi. Daha sonra eğitimine Collège Rollin’de devam etti. Annesinin erkek kardeşi Albay Fournier, boş zamanlarında resim yapmayı severdi ve Manet, henüz çok genç yaşlarda iken, bu amcası sayesinde resim ve çizime ilgi duymaya başladı. Bu ilgi, zamanla kontrol edilemeyecek bir tutkuya dönüştü. Yaklaşık on altı yaşına geldiğinde, sanatçı olma arzusunu açıkça dile getirdi.
O dönemde, saygın ve geleneksel bir ailenin en büyük oğlunun ressam olmak istemesi, adeta bir felaket olarak görülürdü. Sanatçı olmak, sınıfını terk etmek ve yanlış bir yola sapmak anlamına gelirdi. Ailesi, onu kararından vazgeçirmeye çalıştı, ancak doğal eğilim bastırıldığında genellikle olduğu gibi, bu durum genç Manet’yi açık bir başkaldırıya sürükledi. Ailesine öylesine karşı geldi ki, onu bu karardan döndürmek imkânsız hâle geldi. Yine de ailesinin onun isteğine boyun eğmek gibi bir niyeti yoktu. Onun sanatçı olmasını istememekte kararlıydılar; Manet ise hukuk okumayı reddediyordu. Bu karşılıklı inat bir çıkmaza dönüştü. Sonunda, öfkeli ve çözüm arayan genç Manet, denizci olacağını söyledi. Ailesi, onun bir atölyeye girmesindense denize açılmasını tercih etti. Babası onu Le Havre’a götürdü ve Manet, Rio de Janeiro’ya gidecek olan La Guadeloupe adlı ticaret gemisine stajyer tayfa olarak bindi.

Böylece Brezilya’ya bir seyahat yaptı ve geri döndü. Bu yolculukta başına gelen tek macera, resim yeteneğini ilk kez pratikte kullanma fırsatını bulmasıydı. Geminin yükü arasında tuzlu su nedeniyle renk değiştirmiş çok sayıda Hollanda peyniri vardı. Geminin kaptanı, genç stajyerin yeteneğini bildiği için, bu işi diğerlerinden ziyade ona verdi. Manet, uygun renkteki boyası ve fırçasıyla peynirleri boyadığını ve kaptanı büyük ölçüde memnun ettiğini anlatmaktan her zaman keyif alırdı.
Brezilya dönüşünde, yolculuğun onu yumuşatacağını ve kendi düşüncelerini benimsetebileceklerini uman ailesi, onun hâlâ aynı kararlılıkla direndiğini görünce gerçeği kabul etmek zorunda kaldı. Sonunda, onun sanatçı olmasına razı oldular.
[1] Théodore Duret, Manet ve Fransız İzlenimcileri: Pissarro, Claude Monet, Sisley, Renoir, Berthe Moriset, Cézanne, Guillaumin, Grant Richards, Çev. J.E. Crawford Flitch, 1910: Londra