
Clara Ruge[1]: Amerika’nın Tonalist Okulu[2]
Çeviren: Deniz Gökduman
Bugün, hızla önem ve özgünlük kazanan ulusal bir peyzaj resmi okulumuz var. Bu, ülkedeki ilk belirgin sanat okulu değil elbette. Hudson Nehri Okulu da özgün ve belirgin bir akımdı. Ancak, Tonalist Okul’un sanat tarihinde iz bırakacak ilk Amerikan akımı olacağına inanıyorum.
Hareketin öncüsü olan Henry W. Ranger[3], on beş yıl önce Lotos Kulübü’nde[4] düzenlenen sergide bu akıma ‘Tonal’ adını verdi. Bu sözcük, resimde Amerikan icadı olacak kadar yeni olmayan, oldukça eski bir nitelik için kullanılır. Emerson[5], bir fikrin en iyi kim tarafından dile getiriliyorsa ona atfedilmesi gerektiğini söyler. Bu açıdan bakıldığında, Tonalist yöntem, ilk olarak olmasa da karakteristik biçimde Amerikalıdır.
Bir sanat akımı için tatmin edici bir ad seçmek ve bunun tam anlamını açıklamak her zaman zordur. Yeni bir okul, adeta resim dilinde yeni bir diyalekt gibidir. Yalnızca bölgesini, kökenini ve geçmişini belirtmek yeterli değildir; söz dağarcığı ortaya konmalı ve teknik detaylı biçimde incelenmelidir.
Ton genellikle renk düzenindeki uyumu ifade eder. Ancak kimi zaman karıştırılsa da, ışık geçişleri arasındaki doğru ilişkiyi belirten ‘değer’ kavramıyla aynı şey değildir. Yine de bu ayrımı tek başına bu okulun çalışmalarına uygulamak bizi hedefe tam olarak ulaştırmaz.
Doğal renkleri boyayla temsil etme yöntemi, çoğunlukla tekniğin sırlarını açığa çıkaran bir ölçüt niteliği taşır. Erken dönem ressamları, boyalarını palet üzerinde karıştırır ve bu karışımı doğrudan tuvale uygulayarak gözde bir etki yaratmaya çalışırlardı. Empresyonistler ise renk karışımını gözde gerçekleştirirlerdi. Tuvale, saf ve karşıt renkleri yan yana, küçük dokunuşlarla uygular, böylece retinada oluşan etkiyi güneş ışığının etkileriyle yarışacak düzeye taşımayı hedeflerlerdi. Tonalist ressamlar ise renklerini karıştırır, fakat esas olarak doğrudan fırça darbeleriyle, tuval üzerinde bu karışımı gerçekleştirirler. Ancak, bu anlatılanlar işin tümünü kapsamaz; daha fazlası da vardır.
Öte yandan, renklerin betimlenmesi doğadan yapılan bir aktarımı da içerir. Uzun süredir çimenlerin ve bitki örtüsünün parlak güneş ışığında açık yeşil, gölgede ise koyu yeşil olduğu savunula gelmiştir. Bu genel olarak rahatlatıcı bir düşüncedir ve bundan pek çok şey çıkarılabilir. Yine de klorofilin[6] varlığını sorgulamaksızın, örneğin bir çocuk 4 Temmuz gecesi eline alacağı kırmızı havai fişekle bu konuda insanın kafasını karıştırabilecek şüpheler yaratabilir. Çok daha fazla emek ve çaba harcayan plein air (açık hava) okulu da aynı gerçeği kanıtlamıştır: Renk, esasen ışığın dışsal bir etkisidir. Ancak bu iki yaklaşım yalnızca tek bir amaca hizmet eder: Olguların aktarımına. Eğer kahverengi gölgeleri mor gölgelerle değiştirip gerçeğe bir adım daha yaklaşırsak, bu henüz yalnızca görmeye başlamış olduğumuz anlamına gelir. Bu tek başına bizi şiire ulaştırmaz.

Sanat anlayışını açık bir şekilde ifade eden ve sonraki okulun övündüğü niteliklerin bir kısmını ilerleyen dönem eserlerinde gösteren George Inness[7] şöyle der: “Bir ressamın amacı, bir manzaranın kendisinde yarattığı izlenimi başkalarının zihninde yeniden canlandırmaktır.” Peki, bu yalnızca biçimi mi yeniden üretmek demektir? Sadece renk ve biçimi mi? Değerleri ve tonu mu? Elbette, bundan fazlası da vardır. Inness sözlerine şöyle devam eder: “Bir sanat eseri akla hitap etmez. Ahlaki duyarlılığa da seslenmez. Amacı öğretmek ya da ahlaki bir ders vermek değil, bir duyguyu uyandırmaktır… Gerçek büyüklüğü, bu duygunun niteliği ve gücünde yatar.” Nadir görülen bir şekilde, Inness’in eserleri bu teoriyi pratiğe de başarıyla yansıtır. Sonbahar ormanlarının parlak renkleri onun tuvalinde sıcak fırça darbeleriyle işlenmiş, aynı zamanda ton dengesi korunmuştur — mevsimin hem görkemi hem dinginliği resimde hissedilir, fakat ortada tek bir yaprak bile görünmez. Çünkü o, “ağaçların çokluğundan ormanı görememek” şeklindeki eski şikâyetin ardındaki gerçeği kavramıştı. Önceki kuşakların eserlerinde ise sıkça, tam tersine, yapraklardan ağacı göremez hâle gelinirdi.

İşte burada, Inness tarafından ortaya konulan ve Aleksander H. Wyant[8] ile Homer D. Martin[9] tarafından geliştirilen bir yaklaşım, Tonalist Okul’un kendine özgü anlayışı haline gelmiştir. Renk düzeni uyum içinde olmalıdır; çünkü amaç yalnızca manzaranın öğelerini, ister tek tek ister bütün olarak, betimlemek değil, daha çok sahnenin ressamda uyandırdığı duyguyu, yarattığı etkiyi yansıtmaktır. Yalnızca çimenler ve ağaçlar ile renk geçişlerinin incelikle fark edilmesi değil, aynı zamanda bu unsurların temsil ettiği ve doğurduğu ruh hali de tuvale aktarılmalıdır.

R. A. Blakelock[10], Tonalist yöntemin öncülerinden biri olarak Homer D. Martin ve daha yumuşak bir üsluba sahip Wyant ile birlikte anılır ve bu yöntemin tekniğine kendine özgü bir yaklaşım kazandırmıştır. Tabloları genellikle küçük boyutlarda olsa da, fırça kullanımı öylesine geniş ve serbesttir ki, fotoğraf makinesinin objektifine dayanan bakış yerine ‘içsel gözün’ görüntülerine öncelik vermek adeta temel bir kural haline gelir. Başka bir örnek olarak George Fuller’ın[11] en iyi dönemine ait eserlerinde, doğrudan doğayı gözlemlemekten ziyade özgün bir zihnin yorumları görülür. Bu noktada, peyzaj resmine derin biçimde odaklanmış bir okul içinde onun resimleri özellikle ilgi çekicidir; çünkü diğer pek çok sanatçının aksine eserlerine figür de katarak, bu Amerika’ya taşınmış Barbizon coşkusunun ortasında adeta Millet’nin[12] ruhunu yaşatır.
Çünkü Lyme’da[13] Barbizon ekolünün[14] bir yankısı vardı. Daha önce İngiliz etkisinin yerini alan Düsseldorf Okulu da zamanla yerini Fransa’dan gelen daha canlı etkilenmelere bırakmıştı. Amerikan sanatçılarının Barbizon ressamlarının ideallerini Amerikan topraklarına aktarması; buna Hollanda eğilimleri, alışkanlıkları ve Fransız teknik buluşlarının da eklenmesiyle, farklı bir ulusal karakterin etkisi ve kuzey Fransa ile Hollanda’ya kıyasla yarı tropikal sayılabilecek bir bölgenin doğasından beslenerek Amerika’nın Tonalist Okulu ortaya çıktı.
Ranger’ın gençlik tutkusu, New York’a getirilen bazı Barbizon resimlerini gördüğünde alevlendi ve sanat anlayışı üzerinde en çok Barbizon ressamları ile eski Hollandalı ustalar etkili oldu. Öğrencilik yıllarında Paris’e ulaştığında, Fontainebleau ressamlarının dönemi artık sona ermişti. Monet’nin[15] yöntemine ise bir sanat değil, bir bilim olarak ilgi duydu. Yıllar boyunca Avrupa galerilerine yaptığı ardışık ziyaretleri, sanat okullarına hiç gitmediği için adeta kendi atölyesi gibi kullandı. Sonunda memleketine döndüğünde, şarap kırmızısı ve altın tonlarında sıcak renkli orman resimleriyle baştan itibaren dikkat çekti. Ancak tam anlamıyla bir takdir kazanması hızlı olmadı; bunun başlıca nedeni de, birbirinden bağımsız eserlerin karma bir şekilde sergilendiği salon anlayışını reddetmesiydi. Onun güçlü, güzel biçimde kurgulanmış, zengin renk uyumlarına sahip ve ağaç formlarını ustaca yapılandıran resimleri, yalnızca kendi başına ya da kuramları onunkiyle örtüşen sanatçılarla birlikte sergilendiğinde görülmüştür.
Dönemdaşları arasında Tonalist Okul ile ilişkilendirilebilecek birkaç sanatçıdan da söz etmek gerekir. Francis Murphy[16], neredeyse biçim ve renkten arınmış bir sahneyi son derece etkileyici ve gerçekçi bir şekilde betimleme sorununu olağanüstü bir biçimde çözer. Leonard Ochtman[17], gün doğumu ya da akşam saatlerindeki ışık etkilerini şiirsel bir duyguyla araştırır. Dwight W. Tryon[18] ve hayvan yaşamından esinlenen konularıyla Horatio Walker[19] ise kesinlikle özgün bir tarza sahiptir. Kıyı boyunca günbatımı etkilerinin ustası George W. Bogert[20] ve yaşamının ilerleyen yıllarında Tonalist Okul’un yöntemlerine yönelen William Sartain[21], akımın en iyi temsilcileri arasında yer alır. Frank de Haven[22] ise, bazı deniz ve kaya resimlerinde Salvator Rosa’ya[23] daha yakın durmakla birlikte, derin ve zengin renkleri ile fantastik etkileri sayesinde bu akımla güçlü bir bağ kurar. H. G. Dearth’ın[24] çayır ve vadilerinde de benzer bir üslup görülür; Robert C. Minor[25] ise en iyi dönemlerinde bize Tonalist resmin en güçlü örneklerinden bazılarını sunmuştur.
Elbette, Ranger’ın etkisini en çok genç sanatçılarda görmek mümkündür. Hiçbir zaman öğrenci kabul etmemiş ve özgün olma sorumluluğunu daima savunmuş olsa da, çağının hiçbir sanatçısı genç kuşak üzerinde ondan daha fazla etki bırakmamıştır. Ancak, Connecticut’taki yeni Fontainebleau’nun ünü, çok sayıda taklitçinin ve sanat kursunun buraya gelmesiyle bir ölçüde gölgelenmiştir. Bölgenin itibarını oluşturan Ranger artık tüm yazını burada geçirmemektedir ve bugün ‘Lyme Okulu’ olarak anılan çevre, artık bütünüyle Tonalist Okulu ile özdeş değildir.
Louis Paul Dessar[26], uzun yıllar boyunca ustası ve dostu olan Ranger ile yakın bir ilişki içinde olmuş ve onunla birlikte Lyme’ın dikkat çekmesini sağlayan ilk sanatçılardan biri olmuştur. Bununla birlikte, kendi bireyselliğini korumayı başarmıştır. Gün batımı ve ay doğumu gibi atmosferik etkilere özel bir ilgi duymakta; ayrıca hayvan yaşamına olan merakı, kompozisyonlarında çoğu zaman ona ilham kaynağı olmaktadır.

Gifford Beal[27], çayırlar ve bataklık alanlarında sıcak tonlu etkiler yaratma konusunda öne çıkar. Büyük ağabeyi Reynolds Beal[28] ise, geçmişte bir deniz mühendisi olarak çalışmış olup, su üzerindeki gövdeler ve yelkenlerin ışıkla kurduğu oyunların sunduğu olanakları tercih etmektedir.
Tonal Okulu’nun en güçlü temsilcilerinden biri olmasına rağmen Lyme’da hiçbir zaman yerleşik olmamış çok yönlü genç sanatçılardan biri de F. Ballard Williams’tır[29]. O, okulun kurucularından biri olarak yukarıda anılan erken dönem figür ressamı Fuller’ın tek izleyicisidir. Geçtiğimiz yaz Avrupa’yı ziyaret etmiş ve İngiliz temalarına sahip bazı ilgi çekici peyzaj resimleriyle geri dönmüştür.

Paul Dougherty[30], genç kuşağın önde gelen deniz manzarası ressamı olarak değerlendirilebilir. Sanat yaşamına, okulunun etkisini açıkça yansıtan koyu bir renk paletiyle başlamışsa da, günümüzde daha parlak ve açık renklerle, daha özgün ve doğrudan bir anlatım biçimi sergilemektedir. İfadesi canlılıkla dolu ve doğal bir güç taşımaktadır.

Albert L. Groll[31], renklerle düş kuran bir müzisyendir. Doğu’nun ormanları ve denizlerine dair önceki renk senfonilerine, yakın zamanda Güneybatı’dan getirdiği etütlerinde Batı’nın vahşi doğasına ait güçlü akorları da eklemiştir.
Tonal Okul’un bir diğer yeni ismi, kısa süre önce New York’a yerleşmiş olan İngiliz asıllı Avustralyalı M. Evergood Blashki’dir[32]. Cesur ve ustalıklı bir tekniğe sahiptir. Paul King[33] ise belirgin Tonal özellikler taşıyan peyzajlar resmetmektedir; ancak genel anlamda, yöntemleri kısmen farklı yönelimlere de açık olan bir gruba mensuptur. Adı anılmaya değer başka birçok Tonalist ressam vardır. Ben burada, kişisel anlatım biçimleriyle resme yeni bir tını kazandıran ve hâlâ aynı amaca — yani otantik Amerikan sanatına özgü Tonal niteliklere — bağlı kalan birkaç sanatçıdan söz etmeye çalıştım.
[1] Clara Ottilie Ruge: (01 Haziran 1856, Viyana – 10 Ekim 1937, New York) Avusturyalı-Amerikalı yazar, gazeteci ve ressam.
[2] Ruge, Clara “The Tonal School of America” The International Studio, Vol. XXVII, No. 105-108 (Nov. 1905-Feb. 1906)
[3] Henry Ward Ranger: (29 Ocak 1858 – 7 Kasım 1916) Amerikalı bir sanatçıydı.
[4] Lotos Kulüp bir grup yazar ve eleştirmen tarafından 1870 yılında New York’ta kurulan centilmenler kulübüdür.
[5] Ralph Waldo Emerson: (25 Mayıs 1803 – 27 Nisan 1882), 19. yüzyılın ortalarında Transandantalist harekete öncülük eden Amerikalı bir deneme yazarı, öğretim görevlisi, filozof, papaz, kölelik karşıtı ve şairdi.
[6] Klorofil: Çeşitli dalga boylarındaki ışıkları emerek bitkide fotosentez (özümleme) olayının meydana gelmesine sebep olan, yeşil renkli bir biyolojik pigment (renk verici madde).
[7] George Inness: (01 Mayıs 1825 – 03 Ağustos 1894) Amerikalı manzara ressamıydı.
[8] Aleksander Helwig Wyant: (11 Ocak 1836 – 29 Kasım 1892) Amerikalı bir manzara ressamıydı.
[9] Homer Dodge Martin: (28 Ekim 1836 – 12 Şubat 1897) özellikle manzara resimleriyle tanınan Amerikalı bir sanatçıydı.
[10] Ralph Albert Blakelock: (15 Ekim 1847 – 9 Ağustos 1919) esas olarak Tonizm akımıyla ilişkili manzara resimleriyle tanınan romantik Amerikalı ressamdır.
[11] George Fuller: (17 Ocak 1822 – 21 Mart 1884) Amerikalı figür ve portre ressamıydı.
[12] Jean-François Millet: (04 Ekim 1814, ö. 20 Ocak 1875) Fransız ressam ve Fransa taşrasında doğan Barbizon ekolünün kurucularından.
[13] Eski Lyme sanat kolonisi: Connecticut’taki Old Lyme sanat kolonisi, 1899 yılında Amerikalı ressam Henry Ward Ranger tarafından kurulmuş ve o dönemde Amerika Birleşik Devletleri’ndeki en ünlü sanat kolonisi ve Empresyonizmi benimseyen ilk koloni olmuştur.
[14] Barbizon Okulu: sanatta Gerçekçiliği ilerleten bir sanat hareketinin parçası olan yağlıboya ressamlarına ve diğerlerine verilen isimdir; bu hareket, dönemin baskın Romantik Hareketi bağlamında ortaya çıkmıştır. Yaklaşık olarak 1830’dan 1870’e kadar aktif olan “okul”, adını sanatçıların çoğunun toplandığı Fontainebleau Ormanı’nın kıyısındaki Fransa’nın Barbizon köyünden almıştır.
[15] Claude Monet: (14 Kasım 1840 – 5 Aralık 1926), Fransız empresyonist ressam.
[16] John Francis Murphy: (11 Aralık 1853 – 30 Ocak 1921) Amerikalı İrlandalı bir manzara ressamıydı.
[17] Leonard Ochtman: (21 Ekim 1854 – 27 Ekim 1934) manzaralarda uzmanlaşmış bir Hollandalı- Amerikalı Empresyonist ressamdı
[18] Dwight William Tryon: (13 Ağustos 1849 – 1 Temmuz 1925) 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında yaşamış Amerikalı bir manzara ressamıydı.
[19] Horatio Walker: (12 Mayıs 1858 – 27 Eylül 1938) Kanadalı bir ressamdı. Yağlıboya ve suluboyayla çalıştı ve çoğunlukla Kanada’daki kırsal yaşam sahnelerini resmetti.
[20] George Henry Bogert: (06 Şubat 1864 – 13 Aralık 1944) Amerikalı manzara ressamıydı.
[21] William Sartain: (21 Kasım 1843 – 25 Ekim 1924), resimlerinin karamsar tonlamaları ve Oryantalizm ile Barbizon’un açık hava sanat yaklaşımı gibi ilgi alanları ve etkileriyle tanınan bir Amerikalı sanatçıydı.
[22] Franklin De Haven: (26 Aralık 1856 – 10 Ocak 1934) Amerikalı bir ressamdı.
[23] Salvator Rosa: (1615-1673) bugün en çok, romantikleştirilmiş manzaraları ve genellikle karanlık ve evcilleşmemiş doğada geçen tarih resimleri, 17. yüzyıldan 19. yüzyılın başlarına kadar önemli bir etki yaratan bir İtalyan Barok ressamı olarak bilinir.
[24] Henry Golden Dearth: (22 Nisan 1864 – 27 Mart 1918) Paris’te eğitim gören ve yazlarını Fransa’da Normandiya bölgesinde resim yaparak geçirmeye devam eden seçkin bir Amerikalı ressamdı
[25] Robert Crannell Minor: (1839–1904), Amerikalı ressam
[26] Louis Paul Dessar: (22 Ocak 1867 – 14 Şubat 1952) Amerikalı bir ressamdı.
[27] Gifford Beal: (24 Ocak 1879 – 5 Şubat 1956) Amerikalı ressam, suluboya ressamı, baskı sanatçısı ve duvar ressamıydı.
[28] Reynolds Beal: (11 Ekim 1866 – 18 Aralık 1951) Amerikalı bir Empresyonist ve Modernist sanatçıydı.
[29] Frederick Ballard Williams: (1871-1956) Amerikalı bir manzara ve figür ressamıydı.
[30] Paul Hampden Dougherty: (6 Eylül 1877 – 9 Ocak 1947) Amerikalı bir deniz ressamıydı.
[31] Albert Lorey Groll: (1866–1952) Amerikalı bir sanatçı ve gravürcüydü.
[32] M. Evergood Blashki: (1871–1939) İngiliz asıllı Avustralyalı ve Amerikalı manzara ressamı.
[33] Paul Bernard King: (1867–1947) Amerikalı manzara ressamı.