
“Üç Ayaklı Kedi Nerede?” sorusu eksiklik, görünmezlik ve bir o kadar da direncin bir metaforu olarak karşımıza çıkar. Kedi, ortada yoktur. Sadece izleri vardır. Bu izler, varlığın sessiz ama kalıcı tanıklığıdır. Üç ayakla yürümek direncin simgesidir. “Nerede?” sorusu izleyiciyi sürekli bir arayışta bırakır. “Üç ayaklı kedi” her yerde olabilir. Hem burada hem de hiçbir yerde… Soru, bize “üç ayaklı kedi”nin gerçekte var olup olmadığını sorgulatır. Eğer böyle bir kedi hiç var olmamışsa soru anlamını yitirir. Platoncu bir bakış açısıyla kedi belki de idealar dünyasında vardır.
Başka bir açıdan “üç ayaklı kedi” eksiklikle, farklılıkla özdeşleştirilebilir. “Üç ayaklı kedi varsa, nerede?” sorusu onun nasıl yaşadığı ve toplumun kusurlu görülen canlılara bakışı gibi soruları da gündeme getirmez mi? Engelliler, azınlıklar, göçmenler gibi… o halde nerede sorusu toplumun farklı olanı, eksik görüleni nereye yerleştirdiğini sorgulayan bir metafor haline gelir. Peki, hepimizin bir ayağının eksik olmadığını nereden biliyoruz? Mükemmel miyiz? Hiç mi kusurumuz yok? Dolayısıyla hepimiz zaten eksik değil miyiz?
Nerede sorusu, varlığın, bilginin, dilin, farklılığın ve anlamın sınırlarını sorgular. Çoğu zaman norm dışı görülenler, görünmezdir. Belki “üç ayaklı kedi” tam da bu yüzden her zaman bulunamaz. Çünkü bakışlarımız yalnızca “dört ayaklı” olana odaklıdır.
Bir bienal konsepti önermesi olarak “üç ayaklı kedi”, yitik olanın arayışı, gösterilenin labirentlerinde kaybolmak yerine orada olmayanın işareti olabilir mi? Ya da her önermenin biraz eksik, biraz kusurlu olduğunun göstergesi? Her önermenin aslında bir ek beklediği düşüncesi?
Üç ayaklı kedi nerede? Belki de kesin bir cevap arayan bir soru değildir. Aksine bizi düşünmeye zorlayan, hem varlık hem yokluk üzerine yeniden bakmamızı isteyen bir sorudur. Belki de cevap kedinin gerçekten bulunmasında değil, sorunun açtığı yolları takip etmemizdedir. Kim bilir belki de kedi, tam da burada, bu satırlarda, sorunun kendisinde yaşıyordur.
