Karikatür Bilgileri: Selçuk Erdem, Elli Dilek |
Ölçütler |
01 Küfür |
02 Hakaret |
03 Temsil |
04 Espri Konusu |
05 Özneler |
Erillik Puanı |
Dişillik Puanı |
Puanlar |
Öneriler / Notlar |
|
Ek 2. Puanlama Örnekleri
Karikatür Bilgileri: Selçuk Erdem, Elli Dilek |
Ölçütler |
01 Küfür |
02 Hakaret |
03 Temsil |
04 Espri Konusu |
05 Özneler |
Erillik Puanı |
Dişillik Puanı |
Puanlar |
0 |
0 |
20 |
20 |
20 |
60 |
40 |
Öneriler / Notlar |
Bu karikatürde, iki erkek kişilik yerine iki kadın yer alabilirdi. Sonuçta, erkekliğe özgü bir karikatür değil. Ama belki o zaman da, ataerkil karikatür alımlayıcısı, bunu kadınlara özgü bir durum gibi yorumlayacaktı. |
Karikatür Bilgileri: Baba İhmali |
Ölçütler |
01 Küfür |
02 Hakaret |
03 Temsil |
04 Espri Konusu |
05 Özneler |
Erillik Puanı |
Dişillik Puanı |
Puanlar |
20 |
0 |
10 |
10 |
10 |
50 |
50 |
Öneriler / Notlar |
Belki küfürün puan ağırlığını arttırabiliriz. |
Karikatür Bilgileri: Verem Oldu Memleket |
Ölçütler |
01 Küfür |
02 Hakaret |
03 Temsil |
04 Espri Konusu |
05 Özneler |
Erillik Puanı |
Dişillik Puanı |
Puanlar |
0 |
0 |
0 |
0 |
0 |
0 |
100 |
Öneriler / Notlar |
Başarılı bir feminist mizah örneği. |
Karikatür Bilgileri: |
Ölçütler |
01 Küfür |
02 Hakaret |
03 Temsil |
04 Espri Konusu |
05 Özneler |
Erillik Puanı |
Dişillik Puanı |
Puanlar |
0 |
20 |
20 |
20 |
20 |
80 |
20 |
Öneriler / Notlar |
Tipik bir cinsiyetçi karikatür. Tek olumlu yanı, küfür içermemesi. |
Karikatür Bilgileri: |
Ölçütler |
01 Küfür |
02 Hakaret |
03 Temsil |
04 Espri Konusu |
05 Özneler |
Erillik Puanı |
Dişillik Puanı |
Puanlar |
0 |
0 |
0 |
0 |
0 |
0 |
100 |
Öneriler |
Kadınların yaşadığı zorluklara dikkat çeken az ve öz karikatür. |
DEVAMINI OKUYUN
ulasbasar@gmail.com
Twitter: ProfUlas
Edebi bir yapıt nasıl bırakılır?(*) Bu sorunun yanıtı, yapıtın türüyle oldukça ilişkili. En kolay bırakılma, edebi köşe yazılarında oluyor. Bu tür, Türkiye’de az biliniyor. Buradan kastımız, şiirsel bir dille yazılan köşe yazıları. Şöyle bir örnek verebiliriz:
“Bu ülkede hep karalar kazandı. Denizler kazansaydı böyle olur muydu sizce? Amerikan üsleri olur muydu gül gibi ülkede, diken gibi… En parlak gençlerimize, Amerika’ya gitmeleri öğütlenir miydi? Askerlik arkadaşı olur muydu yine, NATO ve Türkiye? ‘Amerikan modeli’ deyip de başka bir şey demeyecek miydi üniversiteler? Bir savaş olur muydu yine de Doğu’da, Güneydoğu’da, canını yakan, her iki tarafın da? Bunca garip olacak mıydı ülkede? İçeride, dışarıda süründürülecek miydi bunca genç? Bu kadar iş düşecek miydi sansür kurullarına? ‘Sansür kurulu’ diye bir olay olacak mıydı bir kere? Ortalık hep böyle kan mı kokacaktı? Deniz kokusu daha iyidir oysa… Açlıktan ölen çocuk olacak mıydı, dayaktan ölen, sorumsuzluktan ve nice sayılamaz dertten toplumu kemiren? Bu kadar reklam olacak mıydı gözümüzün önünde, hangisi yalan, hangisi gerçek? Bu kadar çok burnu kalkık olacak mıydı ülkede, bu kadar havalı? Yalancı olacak mıydı yine gülüşler; müşteri hoşnutluğu gülüşleri? Gerek kalacak mıydı müşteriyi hoşnut etmeye bir kere?
Denizler kazansaydı; bu ülke, bir kere, barışırdı deniz ürünleriyle… Karides yiyebilirdi hamsi niyetine, “mundardır onlar” demeden. Et de yiyebilir miydi insanlar sonunda? Şöyle kebap, şöyle iskender, şöyle Adana… Vitrinde öyle kalmazdı değil mi, buharına banmazdı değil mi açlar açıklar vitrinin dışından? Değil mi, denizler kazansaydı, denizler kazansaydı…”
Bu tür, bırakması en kolay olanlardandır; çünkü gazete ya da bir site için yazılır. Bunlar, özellikle birinciler, yazardan belli bir sözcük sınırını aşmamalarını isterler. Böyle olunca, yazı belli bir sözcüğe gelince, o noktada, metin üzerinde son düzeltmeler yapılır ve teslim edilir. Bu türün diğer özelliği ise, birşeyler anlatmak yerine birşeyler hissettirmenin amaçlanmasıdır; bu nedenle, anlatısal bir bütünlük gibi bir yük söz konusu değildir.
Bundan sonra, en kolay bırakılan türlerden biri anı olabilir. Bu türde, başımızdan geçeni anlatmak gibi bir niyetimiz olduğu için, bu hedefe ulaştığımızda dururuz. Günceler de benzer kolaylıktadır; çünkü bir gün boyu yapılanlar anlatılır. Başı ve sonu bellidir. Gezi yazıları da kolay bırakılır. Fakat bugün yazılan gezi yazılarının çok azı edebi sayılır. Eskiden edebiyatçılar gittikleri ülkeleri sanatlı bir dille anlatırlardı. Bu türün soyu tükenmek üzere. Yine gezilerin bir başı ve sonu kolaylıkla yerli yerine oturtulabileceğinden, bu türü bırakması daha kolaydır.
Masallar da, özellikle çocuklara yazılıyorsa, görece kolaydır. Zaten basit ve kısa tutulması gerekir ve çoğunlukla sade bir dili ve düz bir anlatı yapısı vardır. Kişiler tanıtılır, başlarından geçen olaylar aktarılır ve son… Bundan sonra deneme gelir. Deneme türü Türkçe’de öldü ya da farklı anlamlar kazanarak düzyazıyla eşdeğer görülmeye başladı. Deneme, düşüncelere ağırlık verilen, fakat edebi bir dil kullanılan bir türdü. Bunun eskiden ustaları vardı. Şimdi bu da yavanlaştı.
Sonraki tür, kısa öykü. Az ve öz bir anlatı türü. Bu tür, dergilere yönelik olarak yazılıyorsa, dergilerin belli bir uzunluk/kısalık beklentisi olacaktır. Kısa öyküye dönüp dönüp onda değişiklik yapmak pek yaygın bir durum değildir. Uzun öyküde değişiklik beklentisi artar ve bu tür, görece daha zor bırakılır. En zoru ise, romandır. Hem uzunluğu hem de kurgu hakimiyeti gibi temel zorunluluğu nedeniyle, en çok dönüp dönüp bakılan tür, roman olmaktadır. Gerçi artık, yayınevlerinden editör desteği alınabiliyor. İkinci bir gözün bakması fark yaratıyor. Fakat içine sinme anlamında, en zor bırakılan, sık sık roman oluyor. Öte yandan, kimi edebiyatçılara göre, daha da zoru var: Şiir. Şiir de roman gibi, en çok dönüp dönüp değişiklik yapılan türlerin başında gelir. Kimi şairler, şiirleri deneme tahtasında bekletir gibi bekletir. Düzeltmeler yıllara yayılabilir. Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi kimi şairler ise, kimi şiir kitaplarını adeta yeniden yazmışlardır; eski baskılara artık ulaşılamaz. Dağlarca, ilerleyen yaşlarında arı dil yanlısı olmuş, ilk şiir kitaplarındaki eski sözcükleri ayıklamıştır; ancak bunları yaparken, kimi durumlarda neredeyse yeni şiirler yazmıştır. Zaten diğer türlerdeki durumun tersine, şiir için tek bir sözcük bile önemlidir. Bırakma zorluğu da buradan kaynaklanıyor.
Bu nedenlerle, bırakması en zor türlerin, roman ve şiir olduğunu düşünüyoruz.
Bu türlerin kitaplaşmasında ise, çok uç bir durum olmadığı sürece içeriğe dokunulmaması yeğlenir. Temel olarak 4 tür uç durum olabilir, bunlar değişiklik gerektirebilir: Birincisi, kişisel bir sorun olabilir: Kitabın girişinde bir arkadaşınıza teşekkür ediyorsunuzdur, ama kitaplaşma aşamasında aranız açılmıştır. Buna ikili ilişkiler de girer. Kitabın içeriğinde de benzer bir sorun olabilir. Bir öyküde kendinize yakın birinden bahsediyorsunuzdur, ama artık yakın değilsinizdir. Bir kızı/erkeği sevmişsinizdir, şiir yazmışsınızdır; kitaplarda yer alacaktır bu şiirler; fakat sonra o ilişki hayal kırıklığıyla sonuçlanır vb.
İkinci tür bir sorun, teknik bir sorun olabilir. Yazım hataları ve sayfa düzeniyle ilgili sıkıntılar söz konusu olabilir.
Üçüncü tür bir sorun, yapısal bir sorun olabilir. Örneğin, bir roman ya da öykü yazmışsınızdır, ama yapısal bir sorun vardır. Kişilerin adları yanlış olabilir, bu nedenle olay örgüsünde eşleşme olamamıştır ya da olaylarda bir tutarsızlık vardır. Örneğin, kişilerden birinin falanca tarihlerde filanca şehirde yaşadığını yazmışsınızdır, ama başka bir paragrafta ya da bölümde bununla çelişen bir bilgi vardır. Böyle bir durumda kurguya müdahale etmek gerekebilir.
Dördüncü tür bir sorun, toplumsal boyutlarla ilişkili olabilir. Örneğin, ilerici demokrat, kadın duyarlılığıyla dolu diye bilinen ünlü bir şairin ilk kitabı (ki şaşırtıcı olmayacak bir biçimde gençlik döneminde yayınlanmıştır), ırkçılık ve ayrımcılıkla doludur. Bu durumda şairin önünde üç seçenek vardır: Ya “arşiv değeri var” diyerek bu şiirleri olduğu gibi yayınlatır ya utanç duyarak hiç yayınlatmaz ya da düzeltmelerle yayınlanmasına izin verir. Fakat ırkçı ifadeler tek tük değil de metnin genelinde varsa – ki bu şair için durum buydu- o zaman bu seçenek geçersiz olacaktır. Benzer bir biçimde, metinde daha önce doğru bulduğunuz fakat artık katılmadığınız birtakım görüşler olabilir. Yine bu üç seçenek ortaya çıkar. Buna bir örnek daha verebiliriz: Sabahattin Ali, Nazi karşıtı sosyalist bir yazardır. Fakat 2. Paylaşım Savaşı öncesinde yazdığı bir yazıda, daha sonra Nazi yanlısı olacak Knut Hamsun’u över. Hamsun’un faşistliği sonradan ortaya çıkar. Sabahattin Ali’nin bunu öngörme olanağı bulunmamaktadır. Bu yazı, arşiv değeri olduğu için yayınlanmıştır, fakat artık, yazarın düşünsel dünyasını yansıtmaktan uzaktır.
Görüldüğü gibi, metni bırakma edimi, tür özellikleriyle fazlasıyla ilişkili. Fazla takıntı yapmamak gerekiyor. Bir metni bırakamayış, yeni metin üretiminin önüne geçmemeli… Yoksa, konu, erken çocukluğa kadar geriye çekilebilecek psikodinamik yaklaşımlara kapı aralamış olacak…
(*) Bu yazıya katkıları için Alper Yaman’a teşekkür ederim.
DEVAMINI OKUYUN
Bangkok’tan başlayıp otobüsle Kamboçya’ya, oradan yine otobüsle Güney Vietnam’a geçebilirsiniz. Güney’den otobüsle ya da uçakla Orta ve Kuzey yaparsınız, Kuzey Vietnam’dan uçakla Bangkok’a dönersiniz.
Kabaca bir plan çıkarıyorum:
Tayland
Tayland içinde otobüsle, Bangkok’tan kuzeyde Chiang Mai’ye güneyde Pattaya, Hua Hin ve Phuket gibi kumsal kentlerine gidebilirsiniz.
Kuzey’e giderseniz, Laos, Kuzey Tayland’ın çok yakınında. Bangkok’tan sınıra ve diğer kuzey kentlerine trenle gidebilirsiniz. Oradan Laos’a geçebilirsiniz. Tayland bize vize uygulamıyor, Laos ise uyguluyor. Laos’a gitmeden Bangkok’taki Laos büyükelçiliğinden vize almalısınız.
Tayland ve Kamboçya turu bittikten sonra Bangkok’tan otobüsle Kamboçya’ya giriş yapabilirsiniz.
Kamboçya
Kamboçya’da başkent Phnom Penh’de bir cacık yok. Kuzeyde Angkor Wat ile ünlü Siem Reap var, oraya mutlaka gitmelisiniz. Göl üzerinden tekneyle ya da otobüsle gidebilirsiniz.
Başkentin güneyinde ise Sihanoukville var, bir kumsal kenti.
Kamboçya turunu bitirdikten sonra Phnom Penh’de Vietnam vizesine başvurmalısınız ama alamamama olasılığınız da var; onu hesap etmelisiniz. Alamazsanız oradan Malezya’ya uçabilirsiniz, Malezya vize uygulamıyor.
Vietnam
Vietnam vizesini alırsanız, Phnom Penh’den Ho Çi Min’e gelmek için otobüse binebilirsiniz. Ho Çi Min’de mutlaka müzeleri görmelisiniz, ayrıca gerilla tünellerini. Oradan otobüsle Dalat’a geçebilirsiniz.
Dalat küçük ve şirin bir dağ kenti. Yeşili, doğası güzeldir. Öneririm.
Dalat’tan kumsal kenti Nha Trang’a gidebilirsiniz.
Nha Trang’dan orobüsle Hoi An’a gelebilirsiniz. Ben buradayım. Burada 1 hafta geçirebilirsiniz. Kumsal da var tarih de. Yapılacak birçok etkinlik var. Hoi An’dan 25-30 km. uzaklıktaki Danang’a geçebilirsiniz; Danang’da da kumsallar iyidir ve birkaç müze var görülecek.
Danang’dan eski imparatorluk başkenti Hue’ye geçebilirsiniz.
Hue’de saray, tapınaklar ve diğer tarihsel yerleri görebilirsiniz.
Hue’den otobüsle, trenle ya da uçakla, başkent Hanoi’a geçebilirsiniz. Burada müzeleri ve Ho Amca’nın anıtkabrini görebilirsiniz. Hanoi’dan zaman durumuna bağlı olarak Sapa’ya geçebilirsiniz. Sapa azınlık halklarıyla ünlü bir dağ kenti. Dalat ve Danang için mont bulundurmalısınız, serin oluyor. Gerisinde tişört yeterli. Kimi yerlerde havalandırmayı çok açtıkları için, insan, hasta olabiliyor. O nedenle, tişört üstüne gerekirse giymelik birkaç uzun kollu ince gömlek olsa iyi olur ve elbette güneş için şapka. Boynu serin durumlarda sarmalık ince boyun atkısı da fena olmaz.
Ondan sonra Hanoi’a dönüş, Hanoi’dan Bangkok ve Türkiye.
Malezya
Yok eğer Vietnam vizesi alamazsanız, Malezya’ya geçersiniz. Malezya bize vize uygulamıyor. Malezya’da başkent Kuala Lumpur, rahat ve ucuz bir yerdir. Müzeleri görülmeye değer. Piknik yapmaya gidebilirsiniz. Buradan isterseniz başka kentlere geçebilirsiniz. “Hazır gelmişken bir ülke daha göreyim” derseniz güneyde kalan Singapur’a otobüsle ya da uçakla gidebilirsiniz. “Bir tane daha olsun” derseniz Endonezya’ya uçabilirsiniz. En son Bangkok’a döneceksiniz.
Ayrıca, “bu planlamalar beni yorar” derseniz, turla da gelebilirsiniz.
İzmirli Melih Eriş’in turlarını öneririm.
Tur bilgileri şurada: http://www.guneydoguasya.com/
Benden bu kadar.
Şimdiden iyi yolculuklar. DEVAMINI OKUYUN
ulasbasar@gmail.com
Bu yazı, bir ölçüde günce tadında olacak: Asya’daki ilk işim 2003’te Tayland’da bir köyde bilim öğretmenliğiydi. O zamandan beri ara ara gelir giderim Tayland’a. Bu yazıda, bir ölçüde, son gelişimdeki izlenimlerimi paylaşıyorum.
Çamaşır konusunda Bangkok’ta oteller de çamaşırhaneler de acayip kazıkçı. Bir kere, kilo yerine parça başı fiyat veriyorlar. Sonunda pek kimsenin yolunun düşmediği bir yol sonunda amatörce yerleştirilmiş çamaşır makinelerini görüyorum. Baktım, şirket değil, geçinmeye çalışan esnaf bir aile. Üstümü başımı oraya bırakıyorum, kiloyla uygun bir rakama…
Bugün çamaşırları almaya gittim. Baktım çamaşırcı kadın (eskiden ‘teyze’ derdim onlara ama şimdi ben de ‘dayı’-‘amca’ kıvamında yaşlardayım:)), tertemiz hazırlamış giysileri. Esnaf mekanı olduğundan, ne fiş var ne fatura… O yüzden biraz temkinliydim, neyse ki, korktuğum başıma gelmedi. Asıl konu, bundan sonra başlıyor. Baktım, çamaşırcı, çat pat İngilizce konuşuyor; ben de 14 yıl önceden kaldığı kadarıyla Tayca sözcükler anımsıyorum. Yarı İngilizce yarı Tayca başladık muhabbete… Gururla duvardaki resmi gösterdi. Biri 20 öteki 21 yaşında iki kızı varmış. Kızlarını okutmuş; biri, Kuzey’de memleketindeymiş, Loei’da (‘Lıııy’ diye okunuyor, Tayca yazılışı เลย). Diğer kızı Bangkok’ta bir hastanede çalışıyormuş. Eşiyle yıllar önce ayrılmışlar, kızlarına tek başına o bakmış. Öyle gururluydu ki… Onun bu gururunu görüp çok mutlu oldum.
Ama bütün sokak, seks işçileriyle dolu, evinin-dükkanının bulunduğu sokak sonu dışında… Tayland’ı ve özellikle Bangkok’u seksten ibaret görenler için öteki Bangkok adına bir örnek… Ayrıca, Bangkok dışına çıkıldığında çok daha farklı bir Tayland tablosu ortaya çıkıyor; tutucular aslında. Bangkok’ta seks işçiliği sektörü dışındaki ortalama bir Tay genci (kız-erkek), cinselliği baskılayan bir toplum yapısı içerisinde olmadığından, zaten sevişmek için para vermiyor. Gençlerin çoğunun evlenmeden önce çokça ilişkisi oluyor. Evlilik yaşı, birçok toplumda olduğu gibi ileri atılmaya başladı. İçki nedeniyle boşanmalar olduğunu da yıllardır duyarım.
LGBTİ Cenneti ve Kapitalizm
Ülke, LGBTİ’ler için en rahat ülkelerden biri. LGBTİ’leri toplumun hemen hemen her kesiminde görebilirsiniz. Seks işçiliğine mahkum edilmiş değiller; ancak Bangkok’ta seks işçiliğinde de onları çokça görürsünüz. Ülkede kimse LGBTİ’leri yadırgamaz, kimse onlarla dalga geçmez. Bir birey kendini nasıl hissediyorsa, toplumun onu öyle tariflemesini ister, toplum da öyle yapar. Bunun en önemli yollarından biri, Tayca’daki kadın-erkek ayrımını belirten ifadelerdir. Örneğin, merhaba ya da teşekkür ifadelerinin sonunda erkekler ‘kap’ (ครับ) der, kadınlar ‘ka’ (ค่ะ). Bir birey erkek görünümündeyse ve ‘kap’ yerine ‘ka’ diyorsa, toplum onun kendini erkek bedeninde bir kadın olarak hissettiğini anlar ve ona göre davranır. Öte yandan, tuvaletlerde 3. cins için ayrı bir kategori bulunmuyor. Bir birey kendini nasıl hissediyorsa, oraya gidiyor.
Tayland, en fazla cinsiyet değiştirme operasyonlarının yapıldığı ülkelerden biri. Üst tarafları yaptırmak, alt tarafları yaptırmayla karşılaştırıldığında daha pahalı olduğundan olsa gerek, çok çekici memeleri olan, ancak alt tarafı operasyon geçirmemiş çokça kıtıy (กะเทย , trans kadın ya da kadınsı görüntüde eşcinsel erkek anlamında) ile karşılaşabilirsiniz. Ayrıca, Bangkok, en çok Afrikalı seks işçisinin bulunduğu ülkelerden biri olarak dikkat çeker. Akşam ve gece saatlerinde sokaklarda seks pazarlığı yapıldığını, tezgahlarında dildolar başta olmak üzere seks oyuncaklarının ve Viagra başta olmak üzere çeşitli seks ilaçlarının satıldığını görürsünüz. Bütün bunlar düşünüldüğünde, bir yandan, toplumun cinsel konulardaki açıklığını olumlu bir özellik olarak görebilirsiniz, ancak öte yandan seksin kapitalizmin eliyle ticarileştirilmesi ve meta haline getirilmesi, herhalde övgüye değer bir özellik olmasa gerek.
Tayland, LGBTİ’ler için yaşanır bir yer evet ve bu durum, büyük oranda Budizm’in hoşgörüsüne bağlı. Arakan’da yaşananlar nedeniyle Türkiye’de Budizm’e ilişkin olumsuz bir algı oluşmakta olsa da, aslında Budizm, birçok ülkede hoşgörüyle eşanlamlı bir sözcük. Ancak kapitalizm burada da baskın ve Bangkok’taki gökdelenleşme hızı inanılır gibi değil. Yıllardır Bangkok’a herhangi bir otelde yer ayırtmadan gelirdim, çünkü merkezi bir caddede bir otelim vardı ve orada her zaman boş bir yer olurdu. Sonra 2016 başında bir geldim, koskoca otel buharlaşmış ve onun orada olduğuna ilişkin tek bir iz bile kalmamış. 50-60 katlı bir servisli apartman inşa edilmiş onun yerine. Bu kadar gökdeleni bu kadar dar alana dikerseniz devasa bir trafik sorunu sizi bekler. Öyle de olmuş, Bangkok’un trafiği daha beter olmuş. Bir insanın, çok çalışarak Bangkok’ta ev (daire) sahibi olması çok çok zor. Ev sahibi olanlar genellikle bilmemkaç kuşaktır Bangkok’ta yaşayan köklü ailelerin üyeleri. Dolayısıyla, toplumsal adaletsizlik pergeli de hızla açılıyor. Bunun istisnaları küçük bir azınlığa karşılık geliyor…
Cennet Nasıl Bir Yerdir?
Ortalama bir Batılı, Tayland’ı barışçıl, huzur içinde, evet efendim sepet efendim bir yer sanıyor. Oysa kazın ayağı öyle değil. Tayland’ın tarihinde çok sayıda askeri darbe, ayaklanma ve katliam var. İnsanlar, adaletsizliklere karşı sessiz değil. Demokrasi Anıtı, bunun bir kanıtı. Ülkede şu an bile fiili askeri darbe olması, sokakta bunun hiç bir etkisi hissedilmiyor olsa da, aslında Tayland’ın cennet gibi bir yer olmadığı biçimindeki görüşe bir destek sunmuş oluyor.
Hem düşünün, dinsel anlamda olsun laik anlamda olsun Cennnet nasıl bir yer olabilir ki?.. Bir yerin Cennet olabilmesi için sınıfsız bir toplum kurulmuş olması gerekir. Özel mülkiyetin kalktığı, kimsenin bir diğerinin çalışanı, kölesi, kiracısı vb. olmaması gerekli… Oysa Bangkok’ta başta Myanmarlılar olmak üzere önemli oranda yerli ve göçmen nüfus ya kölelik koşullarında ya da köleliğe yakın koşullarda yaşıyor.
İşin aslı şu: Nereye giderseniz gidin, sınıf gerçeğinden kaçış yok. Sınıflı toplumlar, cennet olmaktan son derece uzak. Yok eğer siz Cennet’ten, birisinin emeğini sömürerek, başkasının sırtından geçinmeyi anlıyorsanız, o zaman patron olduğunuz, ezen olduğunuz her yer size Cennet, başkalarına Cehennem olmuş olur. Bu durumda bile şöyle bir sorun var: Kapitalizm, hiç bir zaman çoğunluğu zengin etmemiştir; kapitalizmde zenginler hep bir azınlıktır çünkü Marx’ın deyişiyle sermayenin tek elde toplanma ve böylece tekelleşme eğilimi vardır. Yani ancak mutlu azınlığın bir parçası olursanız dünya size Cennet olur; ama peki buna neden izin versinler? Egemen sınıflar kendi sınıfsal konumlarını perçinlemek için büyük paralar harcarken, sen Yaşar Usta, seni neden aralarına katsınlar…
Senin Cennet’in Benim Cehennem’im…
Özetin özeti: Cennetin temel koşulu, sınıfların kaldırılmasıdır ve hatta yalnızca sınıfların değil sınıflar dışındaki ikincil tahakküm ilişkilerinin de… Başka türlüsünde, senin Cennet’in benim Cehennem’im, benim Cennet’im senin Cehennem’in olur…
Teşekkürler Bangkok! Teşekkürler Bangkok’un emekçileri, çamaşırcıları, bize bütün bu düşündürdükleriniz için… DEVAMINI OKUYUN
|