IŞIL SAVAŞER, SANAT VE BİLİM İLİŞKİSİ

Share Button

Sanat ve bilim, insanoğlunun var olmasıyla birlikte başlamış ve insanın dünyayı kavramasının en önemli biçimleri olmuştur. Toplumun dünya görüşüne dayanmaktadır, o dünya görüşünde zaman içerisinde ilerlemektedir. Bilim de, sanat da “doğanın” en üstün varlığı olan “insanın” gizleri ile uğraşmaktadır. Tabii ki bu gize akıl yoluyla ulaşmaktadır.

Yunan ve Roma uygarlıklarında aklın kullanılması sayesinde bilim ve sanatta yükselmiş oldukları gözlenmektedir.

DEVAMINI OKUYUN
Share Button

Derviş Ergün, Tohum

Share Button

Covid 19, görünmeyen canlı, fenomen değil ancak o etkiyi yaratıyor dünyada kalanlar için, sevimli değil, ölümcül, bu nedenle korku saldı insan üzerine bir de kenarda bekleyen siyasi-ekonomi-kültürel tehlike var edilen düşünceydi. Toplum iç dünyasında kırgın, yılgın ve öfkeliydi ancak yine de iyiye, güzele, doğruya, gerçeğe, adalete, özgürlüğe giden bir umut taşıyordu, bu duygu sade vatandaşın kalbinden geçenlerdi. Ancak kapitalist sistemin içindeki umut

DEVAMINI OKUYUN
Share Button

Hülya Küpçüoğlu’nun kaleminden ÇAĞDAŞ SANAT SÖYLEŞİLERİ Anima Yayınları’ndan çıktı

Share Button

Çağdaş Sanat Söyleşileri  Hülya Küpçüoğlu’nun, 2009-2014 yılları arasında haber Türk gazetesinde yaptığı, resimden heykele, fotoğraftan enstalasyona, sanatın çeşitli dallarından sanatçılar yanı sıra küratörler, koleksiyonerler ve müzayedecilerle gerçekleştirdiği elli söyleşiden oluşuyor.  Çağdaş Sanat Söyleşileri dönemin sanatına, sergilere, sanatçılara ve onların sanat yaklaşımlarına bütünlüklü bir bakış olanağı sunuyor.

Keyifli,

DEVAMINI OKUYUN
Share Button

Utku Varlık: Resim Dersi / Mark Landis

Share Button

utkuvarlik@gmail.com

http://utkuvarlik.blogspot.com/

http://www.utkuvarlik.eu

Çağımızda iletişim ve bilgi yönünden yapılan aşamayı yadsıyamayız; çok kısa bir süre önce bize verilenle ve de onu alabilme gücümüzle yetinirken, bugün kendi merak “fenomenleri” de kapılarını açtı; bir sanatçının gizemine, doğanın albesine, uzayın derinliklerine ulaşabilmek için onu düşlemek gerekmiyor, “virtuel” gerçekle eşleştiğinde, belki sözü edilen 5. boyuta ulaşacağız, sonuç ne olur bilmiyorum! Bu tüm aşamaların tersine, resim sanatını kendini ele vermemekte direniyor. Son gördüğüm bir belgesel, bana, sürekli kendime sorduğum bir soruyu tekrar anımsattı; resim tekniğini niçin dışladık? “Contemporary” adına tüm gereçlerinde silkelenip, “conceptuel” olduktan, bu sanatı öğreten okullarda desen, resim tekniği gibi öğretinin kaldırılmasıyla, bu sanatı yapan bilincin yok edilmesiyle, sanat nasıl “mediatique” bir şamata oldu.

 

Bu belgesel film: “Art and Craft”, çok ilginç bir kişiliğin anatomisi; 46 Amerikan müzesine ünlü ressamlardan yaptığı kopyaları yutturmuş Mark Landis’in kendi gerçek rolünü oynadığı çok ilginç bir resim sanatı öğretisi. Landis bugün 60 yaşlarında, öyküsü tüm Amerikan filmlerini anımsatan. Baba bir deniz subayı, görevi dolayısıyla Nato’da görevli. Brüksel ve Paris’te uzun yıllar ailece kalıyorlar. Anne, sanata meraklı güzel bir kadın.

Yaşadıkları tüm bu kentlerde müzeleri gezerken aldıkları kitaplar, katologlar çocuğun ilgi alanına giriyor, seçtiklerini renkli kalemlerle kopyalamak ve de annesinin ilgisini seçmek. Önce Walt Disney’den başlayan kopyalamalar giderek müze kitaplarına yöneldiğinde, yılların birikimi; merak , bilgi ve resim tekniği, onu orjinaldeki sahiciliğe ve “virtuosité”ye varabilmeye yönlendiriyor. 17 yaşına bastığında babasının ölümüyle, güzelliğine hayran olduğu annesiyle yaşamaya başlıyor Bazı rahatsızlıkların su yüzeyine çıkışı, örneğin babasını acımasız yargılaması; önce farkında olmadığı varoluşundaki bu sarsıntının “schizophrénie” ve de “bipolair” olduğunun farkında olmayışı, kendi içine kapanıp, yaşamını resme yöneltiyor. “Art İnstitute of Chicago”‘ya bir süre devam ediyor. Bu okulu bırakıp “restauration” çalışması da fazla sürmüyor. Açtığı bir galeri de iflas ediyor. Rahatsızlıkların aşaması onu iyice kendine kapatırken, başka bir hesaplaşma “kompleks” de ona başka bir kapı açıyor; bir gün Laurel kasabasında annesiyle yaşarken, Maynard Dixon’dan yaptığı bir kopyayı sanki gerçekmiş gibi annesine hediye ediyor.

Yaptığı kopyalardaki sahicilik, işi daha da önemsetmeye, kalem , füzen’ den hareketle “aquarelle” ve pentüre yöneltiyor. Daha çok ufak boyutlar onu hızlı çalışmaya iterken hastalık da tüm aşamasında ona başka bir maske takıyor; 2007 de Oklahoma City Müzesine Louis Valtat’ın bir aquarellini, yakın bir sürede ölen kız kardeşinin bir bağışı olarak götürüyor, müze gayet mutlu, piyasada binlerce dolar bir tablo nasıl olur da kendi kendine gelir. Annesinin ölümüyle de iyice kafayı kaçıran Landis, 40 yakın müzeye; Marie Laurincin, Stanislas Lepine, Daumier, Picasso vs. vermekte israr ederken bazı müzelere aynı resmi iki ya da üç kez kopyaladığının farkında değildi. Charles Caurtney Curran’ dan kopyaladığı bir tabloyu, Lafayette’deki Hillard üniversitesi müzesine, jeusite papazı  giysileri ve Arthur Scotte sahte adıyla, annesinin adına bağışta bulunuyor. Müze direktörü Mark Tullos ve conservatrice Joyce Penn tabloyu ültra-viole ışınlarıyla incelediklerinde, kopyanın reprodüksiyon üstüne çalışıldığını görüyorlar.

Bu süre içinde bu müzenin tuttuğu bir dedektif; Joyse Penne, topladığı tüm belgeleri “NewYorker” dergisine ulaştırıp, konunun ilginç bir senaryoya dönüşebileceğini gazeteci Axel Wilkinson’a anlatıyor.

Başka bir müzenin concervateur’ü Matthev Leininger’e de bu kişiliği yani Landis’in iç dünyasına girip, analizini yapmak; sahteciliğin para karşılığında yapılmadığını, FBI’ da bunu izlediğini, NewYorker’deki çıkan yazının da Landis’i kahraman yapacağını, bu nedenle kendi konusu olan “sahteciği” bir “Landis” sergisi düzenleyip, tüm kopyalarını müzelerden toplayıp sergilenmesine Cincinnati Üniversitesini ikna ediyor.

Landis tüm sahtecilik serüveninde 15 kez ev değiştiriyor ve de her yeni bir müzeye gittiğinde kendine yeni bir ad, değişik kostümler, eserleri de ailesinden uydurduğu isimlerden bağış edildiği vs. yalanlar uydururken gerçek bir aktör kimliği taşıyor. Akıl hastaları kliniği Narsan’nın da sürekli kontrolünde; her on beş günde bir doktorunun sorularına yanıt vermesi gerekiyor: örneğin- “intiharı düşünüyor musunuz?, ya da birini öldürmeyi planlıyor musunuz?” gibi. Bu detayları filmde olduğu gibi gösteriyor.

Daha önce blog’da anlattığım Wolfgang Beltracchi’ yle sahtecilik adına hiç bir ilgisi yok Landis’in.

Karşımızda bir auto-didact, bir bi-polair var. Varoluşunu kendiliğinden gelen bir “idée fixe” saptamış ve de gerçekten yetenekli bir kişiliği var. Bu belgeseli yapanlar; Sam Cullman ve Jennifer Grausman, Landis’e kendi yaşantısını oynatıyorlar, her türlü birikimle tıklım tıklım dolu bir apartmanın içinde ayakta duracak bir alan bile yok, TV sürekli açık; bir yerde Landis’in dünyaya baktığı penceresi gibi.

Konuştuğunda çok inandırıcı. Tüm gizemini; malzemesinden, kitaplarına, her şeyi kameraya gösteriyor. Malzeme satan mağazadan aldığı yeni çerçeveleri nasıl eskittiğini, yaptığı bir desende, kağıdın üstüne kahve döküp yaşlandırması vs. Dikkat; Landis bir naif, anlattıkları ve yaptığını başka profesyonel bir çevreye inandıramaz. Amerikalılarda doğuştan bir “naivete” var, belki bana öyle geliyor. Landis’i başkaları bu kadar kolay yutmazdı ama Han Van Meegeren’nin Vermeer içerikli tablosundaki saflığı, ünlü uzmanların nasıl anlayamadığına hala şaşıyorum. Uzman geçinip resim satanların çoğunun resimden anlamadıkları bir gerçek, sanat tarihçileri de öyle. Ünlü tablo trafikçisi Lagros copist Elmyr De Hory’ye yüzlerce Matisse, Picasso yaptırıp, bunu da uzmanlara tescil ettirip, Amerikalı zenginlere satarken kimse sesini çıkartmadı. Aynı yıllarda ressam da copist de aynı malzemeyi kullanıyorlardı. Bu ressamların kendilerine özgü bir tekniklerinin de olmaması; yani tüpten sıkılan bir boyanın tuvale sürülmesi bir teknik değildir. Teknik bir tuvalin hazırlanmasından, pigmanına, onu tuvale yapıştıracak medium’una kadar, eski resmin öğretisinde güç bir sanattır. Birçok sahte tablo özel kolleksiyonlarda ve de müzelerde kaldı. Nedeni de bu işin fazla üzerine gittiğimizde, yapılan benzeri tuvallerin asıllarından daha çekici olduğunun kanıtlanmasıydı. Milyoner bir Amerikalı resimden anladığı için duvarına bir Matisse asmaz, her şeye rağmen onun bir kopya olduğunu kabul etmezse kim ne diyebilir, amaç çevresine hava atmak!
Film Cincinati Üniversitesi salonlarında çok iyi organize edilmiş Landis retrospektivle bitiyor. Landis’in öyküsünü bilen herkes orada; kendisi de şaşkın ve mutlu, sorulan soruları biraz geçiştiriyor, çünkü acı, yanlızlık ve gizem anlatılamaz. Bir soruya da yanıt veremiyor; ” Ne zaman kendi resminizi yapacaksınız? “ DEVAMINI OKUYUN

Share Button